Posts

SAIL TO BOAT DESIGNS IN THIS SUMMER!

BU YAZ TEKNE TASARIMLARA YELKEN AÇIN!

Yazı sıcağını hissettiğimiz şu günlerde lüks yaşam’dan seçtiğimiz farklı markalara ait yat tasarımlarından, farklı tasarım kesitlerini sizler için araştırdık. Bu yazıyı yazmamıza neden Mercedes markasının da diğer markalar gibi ürettikleri otomobillerin dışında tekne, motor üreteceğini açıklaması ile ‘yelken açmayan’ lüks otomobilcinin de kalmaması oldu. En önemlisi dünyaca ünlü lüks markaların yer aldığı bu alanda biz tasarımcıların her detayı, tasarımı yarattığını biliyor olması. Lüks yaşamda yer alan bu isimlerin tasarımları her tasarımcı gibi bizim de takibimizde. Sizinde yat tasarımları ilginizi çekiyorsa yazımız sizler için. Bu yaz ünlü markalardan Mercedes’in cigarette boat ve motor yatlar serisinden bazı modellerinin yanı sıra Porche’ın iç-dış tasarımlarını öncelikle mercek altına yatırdık. Mercedes ve Porsche’in yanısıra Rolls Royce, Maserati teknelere tasarım ve motor desteği verdikleri dünyanın en özel yatlarının malzemelerinin geri dönüştürülebiliyor olması yazımızın diğer marka kahramanları olmasına neden oldu. Bu özellik bu markaların neden exclusive olduğuna da en iyi açıklamayı getiriyor. Maserati, Rollsroys, Porche, Mercedes önemli markalar. Tasarladıkları yatların ileri teknik özelliklerinin yanı sıra iç tasarımları tahmin ettiğiniz gibi öncelikle detaylara ve kaliteye dikkat çekiyor.

Neden bu markaları seçtiniz diye soracak olursanız cevabı ise klasik, şık ve zamansız olmalarının yanı sıra spor görünümleri ve minimal çizgileriyle oldukça yalın ve az çoktur özelliğini vurguluyor olmaları. Tabii ki bu markaların dışında da gerek teknik özellikleriyle gerek iç ve dış tasarımlarımları ile çok etkileyici markalar mevcut. Bu nedenlerden ötürü tasarımları ile bizleri cezbeden bu markalara kısaca göz atalım istedik.

Dünyanın önde gelen lüks markaları çeşitli nedenlerle güç birliğine gidip ortak ürün ve hizmetlere adım atıyor. Çok özel ve sınırlı koleksiyonları satışa sunarak müşterileri için fark atmayı amaçlıyor. Lüks otomobil şirketleri de çok sık olmasa da bu tür işbirlikleri içine giriyor. Ancak söz konusu deniz olduğunda çoğunun ‘yelkenleri suya indirdiğini’ görüyoruz. Zira, dünyanın önde gelen lüks otomobil üreticileri birer birer özel tekneler üretmeye başladı. Bu zincire en son eklenen Mercedes Benz oldu. Mercedes-Benz, yatları Granturismo ile Silver Arrows Marine’i . 14 metre uzunluğundaki yat, ünlü tasarımcılar Martin Francis ve Tommaso Spadolini imzası taşıyor. Rolls Royce’un lüks yatında garaj bile var. Fransız tasarım şirketi Sylvain Viau Design da ise 69 metre uzunluğundaki yat yükset hızlı sürat tekneleri sınıfında sayılmasının yanı sıra isteğe göre 2 adet yada 4 adet denizaltı yat da yer alabilecek arka bölümüne helikopter yerleştirmek yatın sahibinin tercihi olabilecek. Buda gösteriyor ki yat tasarımında lüksün sınırı yok.

Dünyaca ünlü yat tasarım şirketi Strand Craft ile Rolls Royce işbirliğinden ortaya çıkan süper tasarımda 28 metrelik teknenin birçok özelliği var ama en ilgi çekici yanı otomobil garajının da olması. Yumuşak ve modern hatlara sahip bu özel tasarım suya indiğinde Rolls Royce motorları sayesinde 55 knot maksimum hıza sahip olması bekleniyor. Bu mega yatın öne çıkan kargosu otomobil olsa da satın aldığınızda yatla birlikte yine Rolls Royce motorlu son derece şık bir tender’ın da geldiğini belirtelim.Porsche Design gerek otomobil, gerek saat ya da aksesuar alanında birçok özel tasarıma imza atmış bir marka. ABD’li yat firması Fear less için tasarladığı muhteşem motor yatın ardından şimdi de Singapurlu Royal Falcon Fleet ile anlaşarak 40 metrelik katamaran’lar üretiyor. Gövdesi tamamlanan katamaran da Fearless gibi Porsche’nin karakteristik çizgilerini taşıyor.

Seçiminiz hangisi olursa olsun ister yelkenli ister yelkensiz bu yaz yelkenleri suya indirin! ve yazın keyfini çıkarın. Herkese gönlünce bir yaz diliyoruz…Sevgilerimizle,

THE BEST HOTEL DESIGNS

EN İYİ OTEL TASARIMLARI

1)Katamama

Mimar: Andra Matin

Yer: Endonezya, Bali

Proje Yılı: 2015

PTT ailesi tarafından kurulan  otel Endonezya Bali de Potato Head  Beach Club’ın arkasında yer almaktadır. Hotel Endonezyalı ünlü mimar Andra Matin tarafından tasarlanmıştır. Hotelin iç mimari tasarımını Ronald Akili, PPT ailesi ceosu ve PTT ailesinin tasarım ekibi beraber yapmıştır.

Katamama’nın lobi tasarımı, havuz manzarası ve doğal manzarayı bütün kullanıcılar eşit olarak yararlanacak şekilde tasarlanmıştır.

Katamama hotelinin iç mekan konsepti Bali’deki geleneksel malzemelerle çağdaş bir tasarım yaratmak olarak belirlenmiştir.  İç mekan tasarımda Bali’deki yaşam tarzından ve adanın doğal güzelliğini yansıtan geleneksel malzemelerden yararlanılmıştır. Adanın sahip olduğu bitkiler iç mekanlarda da kullanılarak dış mekan ve iç mekan birlikteliği sağlanmıştır.

2) NH Hotel

Mimar: atelier d’architecture King Kong

Yer: Blagnac, Fransa

Proje Yılı: 2016

King Kong tasarım atölyesi tarafından Fransa’da Toulouse Blagnac havaalanı için tasarlanan NH otel, tasarım ofisi tarafından tanıldı. Davetkar ve sıcak atmosferi ile dikkat çeken hotel aynı zamanda modern tasarımıyla da ilgi odağı olmuştur.

Yapı 150 otel odası, iş merkezi, restoran ve fitness merkezinden oluşmaktadır. Yapının  kotlarında bar, restoran ve teras mekanları bulunmaktadır.

Yapının dış cephe tasarımda; monotonluğu kırmak adına dikey sürekliliği olan asimetrik çizgiler kullanılmıştır. Dış cephe renklerinde  siyah beyaz tercih edilmiştir; bunun sebebi zaten hareketli olan cephe tasarında renk kullanılarak daha karışık hale gelmesini engellemek olarak belirtilmiştir.

3) Carlota Hotel

Mimari Ekip: JSa

Yer: DF, Meksika

Proje Yılı: 2015

Proje şuan ki kullanımından uzak olarak bir arkeoloji yapısı olarak tasarlanmıştır. Uzun ince bir iz şeklindeki havuzu, avluya bakan koridorları, betonarme yapısı ile oldukça ilgi çekmektedir. Yapı şuan 36 odalı bir hotel olarak kullanılmaktadır.

Yapının inşa edildiği 80li yıllara ait dış cephe tasarımını modern ve çekici kılmak amacıyla cam ile kaplanmıştır. Hotelin iç mimarisinde ise orijinali kullanılmıştır.

INTERVIEW OVER İSTANBUL ARCHITECTURE AND BIRD HOUSES WITH ‘ POET ARCHITECT’ CENGİZ BEKTAŞ

‘OZAN MİMAR’ CENGİZ BEKTAŞ LA İSTANBUL MİMARİSİ VE KUŞ EVLERİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Doğaya ve hayvanlara duyduğu sevgiyle, empatiyle, doğanın dengesini bozmamak adına kuş evlerine olan hassasiyetiyle  tasarladığı projelerinin yanı sıra şiir kitaplarıyla tanıdığımız ‘Ozan Mimar’ Cengiz Bektaş ın  İstanbul un mimarisini kurtarmak için  önerilerini soluksuz okuyacaksınız  Sadece Archisections.com da yayınlanan  röportajını hem seveceksiniz hem düşüneceksiniz!

Cengiz Bektaş 2

“Türk Evi” kitabınızda özellikle üzerinde durduğunuz bir konu var. Mimarlığın”göz hakkı, hava hakkı yemeden” yapılması gerektiğinden bahsediyorsunuz. Sizce günümüz yapıları ne derece bu kavramlara uygun inşa ediliyor?

Bana verilen ödülün öğrenci bölümü vardı. Bu sene de ben jüri üyesiydim. Orada bakıyorum bütün projelerin hepsi aynı, kapitalizm ne istiyorsa ona yönelik projeler yapılmış. Bundan çıkış ancak bilinçli bir davranışla olabilir. Yarışmada 20 projenin neredeyse tümünde bir kütleye çelikten bir gömlek giydirilmiş. Gökdelen icat edildiğinden beri planı hiç değişmemiştir,ortada bir çekirdek vardır, çevresinde de kolun kesiti gibi et vardır. Başka bir şey yapamazsınız çünkü dengeyi bozarsınız. Örneğin kütleler yapıyorlar dörte  bölüyorlar, üçü güneş alıyor birisi karanlıkta kalıyor. Yapılış amacı farklı bir şey yapmak için yapmak… Veyahut da bir gökdelen yapıyorlar yarısı mavi yarısı yeşil, farklılık yaratmak istiyorlar fakat plan değişmedikten, işlev değişmedikten sonra hepsi aynı…

Cengiz Bektaş 3

 

 İstanbul’da bu denli kültürden uzak, ticari,pragmatik kaygı temelli yapıyı inşa edenler de mimar! Mimari anlayış hakkındaki bu zıtlık sizce neden kaynaklanıyor?

Birçok iyi eğitimli insan kötü mimar oldular. Çünkü tasarımda üç boyutlu düşünmek gerekir yani oylumu tasarlarsınız planı değil. Bunun bir takım oyunlara çevirdiler, kağıt bükme vs. gibi hayır bu değil. Örneğin Arata 15 yıl fotoğraf çekiyor daha sonra mimarlığa başlıyor. İlk yapıları iyi fakat ben olduğu yapmazdım. Örneğin bir uzun koridor tasarlamış, 90′ lik açılar ile dönerek mekanı dar koridorlar içinde geziyorsunuz. Bir anda yerin dibinde bir anda üstünde hissediyorsunuz. Örneğin ben tek mekanda çalışıyorum, 6 kişiden fazlayla da çalışmadın. Bazı kişiler 60 kişi 100 kişi çalışıyor. Bu mimarlık değil, menajerlik. Bunu bizden önce yaşadı Japonlar. Öreneğin Kikutavi var, bir makalesini okudum. Bir dönem 180 kişi çalışıyor bürosunda, fakat bir sabah geliyor özür diliyor ve burada mimarlık değil menajerlik yaptığını söylüyor, herkese iş bulacağını da ekiliyor. Çünkü bir mimar en fazla 3 kişi, bu 3 kişinin yardımcısı ve ofisteki elemanları da düşünürsek en fazla 15 kişi ile çalışabilir. 100 kişiyle çalışmaya kalkarsanız adlarını bile bilemezsiniz, böyle bir mimarlık mümkün mü?Şuan var mı İstanbul’da opera-bale izlemek için güzel bir mekan? Şuan Afrika ile İstanbul’da yaşamak arasında ne fark var radyo, televizyon bu kadar. Operayı bırakın tiyatro bilen, giden pek az insan var.Bu yıl ben tiyatro ödüllerinde jürideydim.Türkiye’de şuan tiyatrocu gençler sabahları garsonluk akşamları tiyatro yapıyorlar. Tiyatro yapmak için garsonluk yapmak gerektiğini kendileri söylediler. Böyle bir ülkeden nasıl doğru düzgün mimar çıkabilir?

Birazda sizinle birlikte eğitim alan öğrencilerden konuşalım, onlar nasıl mimar olur?

Benden eğitim almış olanlar hayatta bedbaht olanlardır. Benle çalışmış biri çok açık bir şey söylemişti: “Ne senle olur ne sensiz.” diye..Benimle çalışılabilmesi için yaşamınızın belli bir çizgiyi aşmaması lazım. Benle çalışan insan karısına gidip çok aşırı pahalı ayakkabı alamaz. Ben 6 yıl herkesin eşit olduğu bir düzen kurdum.Fakat bir gün birisi gitti karısına aşırı pahalı bir ayakkabı aldı bütün düzen ortaklı bozuldu…Ben çağrıldığım bütün üniversitelere derse gittim. O kadar garip mi mesela birisi simit satıyor okumak için hocası onu eziyor, öbürü babasının arabasıyla geliyor. Bir fırıncı hayal edin ekmek yapmazsa ne olur?

-Para kazanamaz, hayatını sürdüremez…

-Olur mu? Fırıncıdan önce ben varım, ben aç kalırım. Siz Türkiye’nin mimarlık ihtiyacını bilmeden mimarlık yapabilir misiz? Bu ister istemez bizim bilinçaltımıza yerleştiriliyor. Bir zamanlar Ankara’nın %73, İzmir %50, İstanbul’un %55’i gecekonduydu şimdi ne oldu da buralara geldik? Bunun doğrudan doğruya bizim sosyal yaşamımızla bizim ortalamamızla ilgili olduğunun bilincinde olmamız gerekiyor. Ve ben bilmeliyim ki Almanlara mimarlık yapmak için mimar olmadım.

İstanbul’un mimarisi bitti mi?

Önce şehirciği doğru oturtmak gerek daha sonra onun yanında ayrıntı olan mimarlık oturtulabilir. Burnunuz yüzünüze göre 2 katı olsa olur mu olmaz denge bozulur. Kent de böyle bir şey… Sizin canlı müziğiniz, kitaplığınız, baleniz olmadan ne yapabilirsiniz ki? 1 kültür merkezi vardı 8 yıl önce bitti. 1 tane üniversite kitaplığı var onu yıkmaya kalktılar. Farz edelim Osmanlı dönemini yaşatmaya çalışıyorlar. Tüm Osmanlı döneminde sadece 150 kitap var özgün..150…500 yılda. Yalnız 1923’den Mustafa Kemal’in ölüm yıl dönümüne kadar 500 kitap var… İstanbul’un okuma yazma yüzdesi 1907’de devlet sayımına göre %7, sadece 265 kadın okuma yazma biliyor. Kimin için ne yapıyorsunuz? Bunun söyleyince mimarlıktan konuşun diyorlar. Ben mimarlıktan konuşuyorum.

Peki, İstanbul’u kurtarmak mümkün mü?

Tabii çok kolay. Şuan bu binaları yapan insanları uzaklaştırın İstanbul’un %50’si kurtulur.

 Ya yapılanlar?

Bütün Kadıköy’ü yeniden yıkıp yapmıyor muyuz? Bir işlev değişikliği her zaman mümkün. Sinan’nın yapısını (Mimar Sinan) istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Çünkü; bir strüktürel yapısı mevcut. Hastane de yapabilirsiniz medrese de…

Cengiz BEKTAŞ

“Kuş Evleri” kitabınızda hayvanların insanlarla birlikte yaşama hakkından ve bu şekilde inşa edilen yapılardan bahsediyorsunuz. Günümüzde ise yapılar (cam önünde engeller vs.) adeta hayvanlar yaşayamasın diye tasarlanıyor gibi. Sizce toplum nasıl hayvanlarla birlikte ev inşa etme anlayışından bu hale gelebildi?

Troya’da taş ustaları, taşlara imza atıyorlar, işinin sahipleniyorlardı.Biz Ankara’da mimarlara teklif ettik. Her mimar işinin üzerine imzasını atsın diye kimse kabul etmedi…Yaptığı işten utanan mimar olur mu? Usta bir taş yaparken taşın bir ufak parçası kırılıyor, bu taş atılmıyor. O kırık parçalar kuş yuvaları olarak değerlendiriliyor. Tabii bunun daha derin bir anlamı var: Kendisinin doğada diğer varlıklarla dengede olduğunu düşünüyor ve daha da önemlisi empati yapabiliyor. Kendini o canlının yerine konabiliyor. Sadece kuş evleri de değil, Sivas’ta adam iki dükkanını vakfediyor: Kışın sıcak ülkelere göç eden kuşlara yem alınması için, bunu bana Fazıl Hüsnü Dağlarca anlatmıştı. Veyahut II.Bayezit İstanbul’da yaptırdığı Camii’nin vakfında belli bir payı kuşlara ayrılıyor. Bunlar büyük insanca anlamlar taşıyan şeyler. Kuş evini herkes sanıyor ki süs… Sadece bizde mi var diye bu konuyu özellikle araştırdım. Yurt dışında da var tabii fakat gübre üretmek için kullanılırken yani bir çıkar ilişkisi varken bizde yok…

Türkiye’de doğayı bu kadar koruyan bir siz kaldınız sanırım ?

Aman öyle demeyin sonra dinozor derler bana.(Gülüyor) Benim doğayla alakalı ödül almış bir şiirim var. Buradan yola çıkalım mesela 100 yıl önce, yağmur borusu sokağa verilmez evin sarnıcına akıtılırdı.  Benim Denizli’de otistik çocuklar için yaptığım yeni binada bütün çatı suları ortalarda avlularda toplanır ve bahçe onlarla sulanır. Yazık değil mi o suyu kullanmamak? Ama çok ünlü bir mimarımız Antalya’da bir evi yaparken anlamıyor bile, çatıdaki yağmur borusu ile 1.yağmurda ilk depoyu, 2. yağmurda ikinci depoyu dolduruyorlar, sonra kuyuya sarkıtıyorlar. Ünlü mimar, evi onarırken bu detayı yok ediyor… Ben o detayı istemesem bile ki niye istemiyim alır müzeye koyarım.

Cengiz Bektaş kimdir

1934 Denizli doğumlu Cengiz Bektaş, orta öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde, yükseköğrenimini DGSA Süsleme, Mimarlık Bölümleri ile Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yaptı. 1959 yılında yüksek eğitimini tamamladı.1960’ta Alman şehircilik kurslarına katıldı. Almanya’da serbest mimar olarak çalıştı. Orada girdiği iki yarışmada ödül aldı. ODTÜ’ye öğretim görevlisi olarak çağrılınca, Türkiye’ye döndü. 1962 – 63 öğretim yılında ODTÜ İnşaat İşleri Başkanlığı, Mimarlık işliğini bir yıl yönetti.

1963’te Ankara’da Oral Vural ile birlikte kendi mimarlık işliğini kurdu. 1963–69 yılları arasında yalnızca altı yıl süreyle mimarlık-şehircilik yarışmalarına girdi. 25’in üzerinde ödül kazandı. Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihi örnekleri arasında sayılan yapılar gerçekleştirdi. 2 kez Ulusal Mimarlık Ödülü aldı. Akdeniz Üniversitesi (Antalya) Sosyal – Kültürel Özek yapısıyla 2001 yılında Uluslararası Aga Khan Ödülü’nü kazandı. Ankara’daki Türk Dil Kurumu yapısı, mimarlarca Cumhuriyet dönemini simgeleyen yirmi yapıdan biri sayıldı. 2014 yılında kendisine Uluslararası Mimar Sinan Ödülü verildi. Cengiz Bektaş’ın mimari eserleri dışında  şiirlerini derlediği kitapları  vardır.

Cengiz Bektaş 5

Cengiz BEKTAŞ 6

Işıl Çakmak, Merve Geven, Sevinç Ormancı, Cengiz Bektaş

THE BEST RESTAURANT DESIGNS

EN İYİ RESTORAN TASARIMLARI

1)  VAKST RESTORAN

Restaurant Väkst,© Chris Tonnesen

PROJE KÜNYESİ

Mimar: Genbyg

Proje Alanı: Danimarka

Fotoğraflar: Chris Tonnesen

Danimarka’da yapılan  Väkst restoran tasarımı yapılırken birincik öncelik Nordik tasarım ile birleşecek bir yeşil alan tasarımları yapmak olarak belirlenmiştir. Bu tasarım anlayışından yola çıkarak iç mekanda ve dış mekanda yeşil alanlar yaratmak amaçlanmış, dış mekanda yaratılan yeşil alanlarda canlı, organik bir alan yaratmak hedeflenmiştir.

Restaurant Väkst,© Chris Tonnesen

Restaurant Väkst,© Chris Tonnesen

Restorantın kalbini büyük, iki katlı bir seradan oluşmaktadır. Restorant tasarımı yapılırken amaç kullanıcıyı daima yeşil, ferah bir alanın içinde hissettirmek olduğundan her iki kotta da oldukça fazla bitki kullanılmıştır.

Restaurant Väkst,Plan 1

Restorant, çevresel sürdürülebilirlik ilkeleri üzerine inşa edilmiştir.  İç mekan tasarımda geri dönüşümlü malzemeler kullanılarak, tasarımda ekonomik olarak tasarruf edilirken aynı zamanda yaratılmak istenen doğal, sade ambiansa da katkı sağlanmıştır.

2) TARTUFO TRATTORIA RESTORAN

Tartufo Trattoria,© Andrey Bezuglov

PROJE KÜNYESİ

Mimar: YOD Tasarım Ofisi

Proje Alanı: Ukrayna

Fotoğraflar: Andrey Bezuglov

Demokratik bir İtalyan restorantı tasarımı olan Tartufo Trattoria, Lviv Alışveriş Merkezi 3.katında yer almaktadır. Restorantın bir alışveriş merkezi içinde yer alması, mekanın tasarımı ister istemez olumsuz yönde etkilemiş, tasarım ofisi tarafından bu algı kırılmak için farklı ve yeni malzemeler kullanmaya özen gösterilmiştir. Mekan içinde kullanılan pirinç, beyaz mermer, meşe gibi malzemeler ile bükülmeler yaratılmış bu sayede şehrin hareketli dokusu mekan içinde kurgulanmıştır.

Tartufo Trattoria,© Andrey Bezuglov

Salonun ortasında bir açık mutfak bulunmaktadır. Böyle bir çözüm şefin yemekleri hazırlarken , kullanıcıların onu izlemesine olanak verir, bu sayede yemek yemek ve hazırlamak eylemleri eğlenceli bir hal almaktadır. Aynı zamanda kuruluşundan bu yana odun ateşinde pizzasıyla ünlü olduğunu için mekannın içinde yanan bir odun sobası bulunmaktadır.

Tartufo Trattoria,© Andrey Bezuglov

 

3)HAY HAY RESTORAN

Hay Hay Restaurant and Bar,© Hiroyuki Oki

PROJE KÜNYESİ

Mimar: Vo Trong Nghia Mimarlar

Proje Alanı: Vietnam

Fotoğraflar: Hiroyuki Oki

Restoran, Da Nang ve Hoi An old şehirleri arasında Da Nang uluslar arası havalanına 16 km mesafede bulunmaktadır. Restorant tasarımı yapılırken amaç modern fakat huzurlu bir tropikal tasarım yapmak olarak belirlenmiştir.

Hay Hay Restaurant and Bar,© Hiroyuki Oki

Restorant binanın sahip olduğu bambu strüktür devam edecek şekilde tasarlanmıştır. Kalabalık Gruplar, bambu kubbe altında birlikte bir aile yemek yemenin keyfini çıkarabilir ya da konik sütunlar yanında yer alan daha özel alanlarda yemek keyfini çıkarabilmektedir.Restoranda ayrıca gökyüzünün altında yemek yemek isteyenler için de açık bir alan sağlamaktadır.

Hay Hay Restaurant and Bar,© Hiroyuki Oki

Restorant tasarımında kullanılan bambular, proje mekanından elde edilmiştir. Bambulara mekan içindeki görselde görülen  bükülme hareketini vermek ve bu şekilde sabitleyebilmek 4 ay sürmüştür.

Hay Hay Restaurant and Bar,© Hiroyuki Oki

4)PLATFORM  MONSANT RESTORAN

PROJE KÜNYESİ

Mimar: Platform-a Tasarım Ofisi

Proje Alanı: Kuzey Kore

Platform Monsant,© Yoon Joonhawn

Platform Monsant  Restorant projesi, şehirden uzaklaşmak isteyen sessiz toplulukların yaşadığı, küçük bir yerleşim alanı olan Aeweol, Jeju’de bulunmaktadır. Ada hala volkanik toprak özelliklerini korumaktadır bu sebeple restorantın dış cephesinde yerel malzemeler kullanılarak, proje ve proje alanı arasında uyum sağlamak amaçlanmıştır.

Platform Monsant,© Yoon Joonhawn

Dış cephe tasarımında kullanılan ve geniş yer tutan cam malzemeye karşıt olarak volkanik taş da kullanılmıştır. Tasarımcı ofise göre cam kısımlar geçiciliği sembolize ederken, taş kısımlar somutluğu ifade etmektedir.

Platform Monsant,© Yoon Joonhawn

Tek katlı yapının çatı terası her yöne açık bir gözlemevi olarak hizmet vermektedir. Teras çatı tasarımı  aynı zamanda yol, ev  ve site arasında görsel süreklilik sağlanmakta ve  tüm yıl boyunca bina yalıtımı yapmaktadır. Teras gündüzleri şeffaf tasarımı ile ışığı yansıtırken, geceleri de yapay ışık tasarımları sayesinde yapıya estetik bir görünüm kazandırmaktadır.

Platform Monsant,© Yoon Joonhawn

Yapının iç mekan tasarımda, az insanın sade bir hayat sürdüğü proje alanı göz önünde tutularak sade bir tasarım yapılmıştır. İç mekanda oldukça az ve yalın malzemeler tercih edilmiş; mekanı dolu kılmak değil, boşlukları tasarlamak amaçlanmıştır.

Platform Monsant,© Yoon Joonhawn

 

 

 

 

 

 

 

 

FEEL THE DEPTH OF BLACK IN YOUR PLACES!

SİYAHIN DERİNLİĞİNİ MEKANLARINIZDA HİSSEDİN!

siyah 7

Son günlerde yaşadığımız üzüntülü anlar içimizdeki tüm renkleri bir anda aldı!.Her şey bir anda siyahlaştı! Siyah da bir renk diyenlere cevabımız; Aslında siyah renk yoktur. Doğada siyah renk bulunmaz, fakat ışığı emen ve yok eden yerler siyah olarak algılanır. Işığı emen ve yok eden siyah, hüznü, yalnızlığı, sıkıntıları ve endişeleri hatırlatan etkiler gösterebilir. Yaşamın bir gerçeği olan ölümü çağrıştıran siyah, genellikle üzüntümüzü ifade eden matemin rengi olarak bilinir.

siyah2

Bu yazımızda siyah rengin derinliğini hissettiren mekanları sizlerle paylaşmak istedik. Çünkü siyahın derinliği yansıttığı mekanlarda güçlü bir şekilde kendini hissettirir.
Siyah tek başına iç mimari tasarım renkleri arasında pek tercih edilen bir renk değildir.

siyah 5

Çünkü siyah tek başına karamsarlığı da beraberinde getirdiği için riskli bir renktir. Mekanda da yaşamda olduğu gibi siyah denge için en çok aydınlık ve canlı renklere ihtiyaç duyar.Yaşam devam ettiği sürece siyahın ihtiyaç duyduğu diğer renkler gibi..

siyah

Örneğin mekanlarınızda içerisinde aydınlık renklerin ağırlıkta olduğu ve fakat siyahında kendini hissettirdiği duvar kağıtları,halılar kullanabilirsiniz. Siyah renk aynı zamanda, gücü, soyluluğu, ağırbaşlılığı, farkındalığı ifade eder.

 

tablo 1

FEEL THE SEA BREEZE IN YOUR PLACES

DENİZDEN GELEN ESİNTİLERİ

 

Yaz geldi! Yazın en büyük tutkusu olan denizden gelen Mavi – Beyaz esintiler bırakın mekanlarınıza da girsin! İç mimari ve mimari tasarımda mavi ve beyaz ikilisi klasik olup en çok tercih edilen renk paletlerinden biridir. Her yıl modadır, zamansızdır bu ikili sadeliği, şıklığı ile her daim tercih edilir. Beyaz – Mavi Çin porselenlerinin yanı sıra kuzey ülkelerinden olduğu kadar Selçuklu çinilerin doğadan beyaz- mavi desenleriyle her daim ilgi çekmiştir. Avrupa da popülerliğini kazanan tema, 18. yüzyılda Fransa’da yaygın olarak kullanılmış olsa da Kuzey Avrupa ülkelerinde hatta Akdeniz stili olarak da o günden bugüne dünyanın pek çok köşesinde mavi – beyaz iç mimari farklı örneklerine rastlamak mümkündür.

Bize denizi hissettiren Mavi – Beyaz’ın yansıttığı güçlü kontrast sayesinde mekanlara derinlik ve enerji katmak için çok fazla obje kullanmaya gerek kalmaz. Kendi başına güçlü bir aksesuardır. Zaten Mavi – Beyaz renk paletinin sade ve çarpıcı olabilmesi de bu sayede gerçekleşir. Az süslemeye rağmen göz alıcı bir mekânsal tasarımlar ortaya çıkar.Akdeniz stili denmesinin sebebine gelecek olursak mavi gökyüzünün, okyanusun rengidir. Sonsuzluğu, derinliği çağrıştırır. Mekana ferahlık verir. Beyazla bir araya geldiğinde bu temanın evi tazelediğini hissedersiniz  Bu temanın yazlık evlerde, bahçelerde veya kır evlerinde daha çok kullanılması biraz da bu çağrışımlarla ilgilidir. Su kenarına ve hayatın daha yavaş, daha sakin ilerlediği mekanlara bu renkler çok yakışır. Çok güzel uyum sağlar.

Mavi ve beyaz birbirine çok yakıştığı için, Mavi – Beyaz bir salon iç mimarisinde beyaz parke zemin özellikle tercih edilir. Tercih edilen lacivert bir duvar ise beyaz perde ve beyaz bir koltuk takımıyla dengelemek salonun karanlık ve ağır bir havaya bürünmesini engeller. Mavi – Beyaz ikilisini soğuk buluyorsanız, kırmızı gibi sıcaklık veren renkler de mekana katmanız mümkün.

Geleneksel bir Kuzey Avrupa tarzı olan modern ya da romantizmi barındıran mekanlar için beyaz ve uçuk mavi ikilisini değerlendirebilirsiniz. Sizin için hazırladığımız tablodaki renk paleti ve seçilen Mavi – Beyaz desenler sade, şık olmanın yanı sıra sıcak bir Akdeniz stili içinde oldukça uygun.Tercih ettiğiniz stil ne olursa olsun ona yazın tutkusu denizin rengi olan mavi tonunu mekanlarınız için mutlaka bulacağınızı düşünüyoruz.

 

LET’S UPDATE YOUR ETNİC STYLE!

 
ETNİK TARZINIZI GÜNCELLİYELİM!

Etnik gruplar ve etnik grupların varlığı, kompleks kan bağlarına, ortak kültüre, dini benzerliğe ve coğrafi ilişkilere bağlıdır. Bir etnik gruba bağlı stil, üslup, o grubun etnik tarzını, tasarımını ortaya koyar. Günümüz de ise etnik tarzların güncellemesinin tasarlanması için aşamalar vardır. Evinizin tasarımını günümüze uygun, trendy ve seçtiğiniz bir etnik stile göre tasarlamak ya da tasarlatmak mı istiyorsunuz? Etnik mekan tasarımı için ön bilgi vermesi adına gelin hep beraber bu yazımızda size yön verecek aşamaları inceleyelim…

etnikpafta

Bu yazımızda sizler için etnik stillerin güncellenmesini sadece yazı da değil bütünde konsept uygulama tablosunu, tasarlanan mimari bir plana göre hazırlayarak göstermek istedik. Örnek olarak seçilen Fas etnik stil konsept tablo, yazıdan hayallere, hayallerden gerçeğe geçirmeniz için gerek renk skalası gerek güncel mobilya, desen, malzeme seçimleriyle günümüzdeki etnik mekanlarınızın tasarımında yol göstermesi, rehberlik etmesi için sizler için hazırladık.

Öncelikle Etnik grubun tasarımın geçmişten gelen köklerini bilmeliyiz. Geçmişten gelen etnik tasarımın, detaylarının, desenlerinin hayallerimizde yer almasına izin vermeliyiz. Daha sonra etnik detayları güncellemek için daha yalın tasarlamalıyız. Peki güncellemek için gerekli tasarım algı aşaması nedir?

Tasarım, algı ile kavram hatta tarz arasında bir bağlama aracıdır. Gerçeklik ile doğrudan ilişkisi bulunmaz. Özellikle hayal dünyamızın ilişkili olduğu dünya ile olan önemli özelliklerine dikkat çeker. Bunun sonucu olarak da tasarımımız da hayallerden gerçek Dünya’ya istersek geçiş yapabiliriz.
Güzel sanatlar alanında tasarım, yaratıcı sürecin kendisi olup, gerekli olan eskiz ve planların hazırlanması süreci çalışmalarını kapsar. Bir tasarım kendi içinde bir yapıya ve bu yapı arkasındaki hayalin planlamasına sahip olmalıdır. Bütün sanatların temelinde bir tasarım işlevi bulunmaktadır. Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine almaktadır.
Uygulamalı tasarım dallarını üç ana başlıkta toplamak mümkündür: Endüstri tasarımı, Çevre tasarımı ve Grafik tasarımı. Daha sonraki aşaması ise hayallerinizdeki mekana uygun yapılan tasarıma uygun güncel malzeme, kumaş, mobilya vs seçimleri.

Etnik çizgilere sahip mekanlarınızın tasarımını güncellemek, tasarlamak, tasarlatmak istiyorsanız bahsettiğimiz bu aşamalardan geçerek gelin, tablomuz sizlere rehber olsun, mekanlarınızda var olan ya da olmasını istediğiniz etnik stili öncelikle konsept olarak hayallerinizde hep beraber güncelleyelim!

 

 

 

IF FASHION GETS THE POWERFUL INSPIRATION FROM ARCHITECTURE

MODA MİMARİDEN EN GÜÇLÜ İLHAMI ALIRSA..

MILLY /ZAHA HADID

Moda ve mimari severler yazımız sizler için. Geçmişten günümüze zaman zaman mimari, iç mimari’nin trendlerinden etkilense de bu yazımızda modanın mimariden ilham aldığı en güçlü  detayları inceleyeceğiz. 

LANVIN/FRANK GEHRY

Moda ve mimari, iki farklı tasarım alanı gibi gözükse de yakından incelediğimizde geçmişten günümüze kadar süregelmiş birçok ortak noktaya sahip olduklarını görmekteyiz. İlk bakışta bu iki alan birbirinden farklılık gösterse de ortak noktada buluştukları noktalar aynı olabiliyor. Farklı noktaları nedir e cevap ise; moda geçici ve yüzeysel bir fenomen olarak algılanırken mimariyse daha anıtsal ve kalıcı olma yolunu seçmiştir. Bu durum kullanılan materyallere de yansımıştır. Modada kullandığımız materyaller daha yumuşak ve narinken, mimaride kullanılanlar ise sert ve dayanıklıdır. Tabii bu süreçte üretim ölçeklerimiz arasında da büyük farklılıklar görülmektedir. Moda tasarımcısı tasarım aşamasında bir insan bedenini baz alırken mimar ise birçok insanın topluca barınabileceği büyüklükte alanlar yaratmaktadır. Bütün bu farklılıklara rağmen, iki alanın da ortak çıkış noktası insan bedenidir. Koruma işlevlerinin yanı sıra kimi zaman, kişisel, siyasal veya kültürel kimliği sergilemek için bir araç olurlar. Bazen de birbirlerine ilham olurlar…

GIANFRANCO FERRE/SYDNEY OPERA

Mimari ve modada yaratılan eserler, boyut ve kullandıkları malzemeler açısından farklılık gösterse de, mimari ve moda tasarımlarında fark edilir benzerlikler içermektedir. Örneğin; ikisi de ikiboyutlu taslaklardan yola çıkarak bunları daha gelişmiş üçboyutlu formlar haline dönüştürürler. Ortak estetik kaygısı, biçimsel ve yapısal benzerlikleri de beraberinde getirir. Hatta zaman içinde bu iki farklı alanlardaki tasarımcılar ilham ve teknik stratejiler için birbirlerine dönmüşlerdir. Bunun en dikkat çekici göstergesi ise ortak dildir.

GOTHIK STİL/ GEOMETRIK DESENLE

Giyim ve korunma arasındaki ilişki çok eskiye dayanır. Mesela Buz Çağı’nda hayvan derileri hem insanların kendilerini örtmesi için hem de duvarları süslemek için kullanılmıştır. Antik Yunan’da kolonlarda kullanılan alanlar, aynı dönemin en popüler giysisi olan tasarımlarında ve silindirik formuna referans olmuştur. Eski Yunan’da kıyafet ve mimarinin insan figürü oranlarıyla bir harmoni içinde tasarlandığını görmekteyiz. Mimarideki İyonik ve Dorik üsluplar farklı tarzları olarak modaya yansıtılmıştır. Günümüzde de birçok mimari tasarımlar için cephe tasarlarken modadaki katlama ve drape tekniklerini yorumlarlar.Ortaçağ’a baktığımızda ise dikeyliğe olan eğilimi Gotik kıyafet ve mimaride görmekteyiz. Mesela, sivri uçlu ayakkabı ve şapkaların, Fransa ve İngiltere’deki Gotik tarz katedrallerde görülen kemerler ve yükselen alanlarla arasındaki bağlantı dikkat çekici. Günümüzde de Gotik mimarisi elbiselerdeki motiflerde tekrar yorumlanarak moda dünyasında hayat bulmaktadır.Zaman içinde gelişen endüstri ve üretim teknolojileri sayesinde iki alan arasındaki benzerlikler daha da derinleşmiş ve güçlenmiştir.


YASUTOSHI EZUMI/ FRANK GEHRY

19. yüzyılın sonlarına doğru “Art Nouveau” akımıyla beraber popüler hale gelen organik şekiller, hem mimaride hem modada görülmektedir. Aynı zamanda Hector Guimard ve Louis Sullivan gibi uygulayıcıların mimariye kattığı kıvrımlı doğal formların kaynağının da bu akım olduğunu fark etmek zor değil. Bu zaman içinde ortaya çıkarılan işlerin en önemli özelliği yalın formları ve akıcı süslemelerdir. Şekiller için doğa önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Daha sonra, 20. yüzyılda, moda ve mimari modernizm e uydurabilmek adına beraberce daha büyük bir yalınlığa doğru yol almış ve süsleme gitgide azaltılıp, formlar sadeleştirildikçe yapı ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. Bu değişimi en belirgin şekilde mimaride Le Corbusier ve J. J. P. Oud’un, modada da Coco Chanel ve Cristobal Balenciaga’nın işlerinde görmekteyiz. Özellikle Bauhaus Okulu’ndaki Walter Gropius ve Annie Albers gibi birçok mimar ve tekstil tasarımcıları kullanışlığı öne çıkararak hem binaların hem de giysilerin yansıtması gerektiği fikrinin altını çizmişlerdir.

CHLOE/ ARABESK MİMARİ

Geçtiğimiz son yıllar içerisinde, moda ve mimari aralarındaki diyalog sayesinde estetik anlamda daha da benzer bir yön almıştır. Son yıllarda moda ve mimari alanında benimsenen en çarpıcı benzerlik minimal ve dekonstrüktivist estetik yaklaşımdır. Günümüzde minimal yaklaşımın ustası olarak Calvin Klein gösterilmekteyken; onun bu ustalığında Halston, Yves Saint Laurent, Giorgio Armani, Miuccia Prada ve Helmut Lang gibi tasarımcıların azımsanamayacak kadar etkisi vardır. Calvin Klein’in 70 ve 80’lerdeki renksiz, modern ve süsten uzak tasarımlarının yansıttığı netlik ve yalınlık Le Corbusier, Richard Neutra, 20’ler ve 30’lardaki Ludwig Mies van der Rohe’nin mimarideki tasarımlarıyla benzerlik göstermektedir.

VERSACE STORE/ VERSACE

GET EXCITEMENT TO YOUR SPACES WITH POPART

POPART İLE MEKANLARINIZA HEYECAN KATALIM.

 Size bu yazımızda Pop Art stilini tanıtmaya çalışacağız. Bir önceki yazılarımızdan farklı olarak bu yazımıza biraz heyecan kattık! Bu seferki yazımız planlı ve uygulamalı olacak. Bu yazımızı sosyal medya hesaplarımızdan retweet ve repost yapan kişiler arasından yapılacak çekilişle seçilen birer kişinin gönderecekleri 50-100 mt2 planlarına istedikleri stilde, ya da evlerinde yapılacak enerji Y.Mimar Sevinç Ormancı danışmanılığında feng shui çalışması yapıp yollayacağız.İlk uygulamalı çalışmamız PopArt’ı kısaca tanımak isteyenler için bir tanıtım yazısı da yazmak istedik. PopArt 1950_60 larda ABD ve İngiltere’de ilk ortaya çıkan soyut dışavurumculuğa tepki gösteren genç sanatçıların bir akım haline getirdikleri sanat türüdür. Birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır. Sadece iç mimaride değil sokak sanatında ve grafittide birçok tasarımda geçmişten günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.

Richard Hamilton’ın “Günümüz Evleri…” başlıklı kolajı 1956‘da ilk Pop Art örneği kabul edilmiştir.İngiliz pop sanatı, Richard Hamilton’ın etkili olduğu bir dönemle başlar (1953-1957); Peter Blake, Roger Coleman gibi geç resimsel soyutlama tarzına yakın eser veren sanatçılarla devam eder.(1957-1961), 1960’lardan sonra figüre geri dönülür. En sonunda PopArt sanatı dünyaca kabul görür.Amerikan pop sanatının ilk çalışmaları soyut dışavurumculuk ile popüler imgeleri birleştiren Jasper Johns ve Robert Rauschenberg tarafından başlatıldığı kabul edilir. Sonrasında önemli sanatçılar arasında Andy Warhol, Roy Lichtenstein, Claes Oldenburg vardır. Popüler kültür imgeleri kişisellikten arındırılmış bir şekilde sunulur; örnek alınan modellerin anonim kimliklerinden çok uzaklaşılmaz.Türkiye’de pop sanatı Andy Warhol akımıyla tanınıp yayılmıştır. Onun adını taşıyan çalışmaları ile tasarım dünyasında izlerini bırakmaya başlamıştır.

 

HOW RE_PROVIDING THE BALANCE IN NATURE, CAN GUARANTEE THE FUTURE OF MANKIND

 

İNSANOĞLU DOĞADAKİ DENGEYİ YENİDEN NASIL SAĞLAYIP GELECEĞİNİ TEMİNAT ALTINA ALABİLİR?
Su-Hayattır-4
Dünyanın oluşması ve üzerinde canlıların yaşayabilmesi için mükemmel bir ekolojik dengeye sahip olması milyarlarca yıl almıştır.

Ne yazık ki, son yüzyılda insanoğlu bu mükemmel dengeye çok ciddi zarar veriyor. Daha önceki yazımda enerji tüketimi arttıkça doğadaki dengelerin nasıl bozulduğunu sizlere aktarmaya çalışmıştım. Bu kez doğadaki dengeleri yeniden sağlayabilmek için çözüm önerilerinde bulunacağım. Bazılarını uçuk bulabilirsiniz. Ancak, sizi temin ederim ki, bu yüzyıl içerisinde, aşağıda belirttiğim düşünceler ve olması gerekenler listesinin büyük bir çoğunluğu gerçekleşecektir. Dünyamızın oluşması ve üzerinde canlıların yaşayabilmesi için mükemmel bir ekolojik dengeye sahip olması milyarlarca yıl almış olsa da, özellikle son yüzyılda insanoğlu bu mükemmel dengeye çok ciddi zarar veriyor. http://serhansuzer.com/enerji-ve-cevre-dunya-nereye-gidiyor/ linkinde bulabileceğiniz bir önceki yazımda bu sorunu irdelemiştim. Enerji tüketimi arttıkça doğadaki dengelerin nasıl bozulduğunu sizlere aktarmaya çalışmıştım. Bu yazımda ise doğadaki dengeleri yeniden sağlayabilmek için çözüm önerilerinde bulunacağım. Bu konuda aklımda çok fikir var. Kimi fikrimi oldukça uçuk bulacaksınız, kimini ise yapılabilir. Ancak, sizi temin ederim ki, önümüzdeki yüzyıl sene içerisinde, aşağıda belirttiğim düşünceler ve olması gerekenler listesinin büyük bir çoğunluğu gerçekleşecektir. Bu vereceğim reçete bu kadarla da kalmayabilir ve aklıma geldikçe bazı eklemeler yapabilirim. İşte, size doğada yapılan tahribatı tamir edebilmek için reçete: 1. Kapitalist sisteme ayarlamaların yapılması: Kapitalist sistem özellikle inovatif, başarılı ve çalışkan insanları ödüllendirdiği için insanlık tarihindeki en büyük gelişmelerin geçtiğimiz yüzyıl içerisinde yapıldığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda, insanoğluna gerekli teşvikleri verince ve motive edince nasıl bir ilerleme gösterebileceğine hepimiz tanık olduk. İnternet, otomobiller, uçaklar, bilgisayarlar, cep telefonları ve daha sayamayacağımız, hayatımızı baştan aşağı değiştiren ve ardı arkası kesilmeyen binlerce keşiften bahsediyoruz. Bütün bunlar insanoğlunun istediğinde neler yapabileceğini ve ucu bucağı kestirilemeyen kapasitesini gösteriyor. Ayrıca, bundan sonra da hızlı gelişmelerin ve inovasyonların birçok farklı alanda devam edeceğini de söyleyebiliriz. Ancak, insanlık adına büyük gelişmelerin itici gücü olan kapitalist sistem için doğayla barışık diyebilir miyiz? Hayır. 4 Esasında, sistemin eleştirebileceğimiz en önemli yanı doğayla uyumlu ve barışık olmamasıdır. Sadece tüketim üzerine kurulu bir sistemin doğaya yapacağı tahribatı düşünebiliyor musunuz? Varsa yoksa daha fazla satış yapmak ve gelirlerini artırmak. Sistemin nihai amacının yanı sıra, nüfus artışı ve modern hayatın gereksinimlerini karşılamak üzere tüketimin de kendi doğal süreci içerisinde sürekli artış göstermesiyle tüketimi karşılamak için üretim de sürekli artıyor ve doğanın dengeleri umarsızca tahrip ediliyor. Daha fazla üretebilmek için doğada bulunan birçok önemli hammadde ve doğal kaynaklar hızla tüketiliyor, doğanın bir denge oluşturduğu bölgelere doğayla barışık olmayan binalar yapılmakta (örneğin, dere yataklarına yapılan binalar). Hatta insanlar geçinebilmek ve para kazanmak için kendileri doğayı bizzat tahrip edebiliyorlar. Memleketimizde ve dünyanın birçok farklı yerinde para kazanabilmek için her yaz lüks beldelerde çıkartılan orman yangınları ve yanan ormanların yerine villalar dikip rant sağlayan şahsiyetsiz kişiler buna örnek teşkil etmektedir. Bunun gibi daha birçok örnek var. Aşağıda sistemle doğanın nasıl çakıştığını çok net ortaya koyan bir videoyu paylaşmak istiyorum sizlerle: http://www.eco-currency.net/ Eko para birimini anlatan bu videoda Alberto diye adlandırdıkları Brezilya’da yaşayan bir çiftçiden yaşadıklarından örnek verilmiş. Alberto, Amazon ormanlarının bulunduğu bölgede yaşıyor. Ancak, ormanın kendisi için ekonomik hiçbir değeri yok. Geçimini sürdürmesi gerekiyor. Bunun için ormanı yakıp kendisine tarım yapabileceği bir alan açıyor. Tarım yapıyor, ürettiği soya fasulyesini satıp geçimini sürdürebiliyor. Halbuki, Alberto’ya içinde yaşadığı ormanı koruması için maddi olanak sağlansa (örneğin, para verilse) o ormanı yakmayacak ve tam tersine korumak için elinden geleni yapacaktır. Eko para birimi, devletler tarafından bu menfaatin bu insanlar için sağlanması anlamına geliyor. Dünyanın birçok yerinde bu ikilemi yaşayan ve ekonominin gereksinimlerini yerine getirmek için doğayı tahrip eden milyonlarca insan var. Eco para birimi bana göre bunun önüne geçebilecek iyi düşünülmüş, yararlı bir yöntemdir. Ekonomi büyürken aynı zamanda ekolojinin korunmasını sağlayan bir sistemdir. Eko para birimi dışında bazı önerilerim var. Öncelikle sistemde doğayı koruyan kollayan kişilerin ödüllendirilmesinden bahsettik. Bir de bunun tam tersini yani doğaya zarar verenlerin cezalandırılması gerekir. Eko para birimine kaynak yaratmanın yollarından birisi de doğaya zarar verenlerin (fabrikalar, oteller, vs.) vergilendirilmesiyle elde edilen kaynakların doğayı koruyan, kollayanlara aktarılmasıdır. Ayrıca, orman yakan veya doğaya kasti olarak zarar veren kişilere de en ağır cezanın verilmesi gerekir. Yine benzer şekilde alınan birçok dolaylı ve direk vergilerin ve ücretlendirmelerin önemli bir kısmının doğayı korumak için kullanılması gerekir. space_mining Bu kez başka önemli olan konuya, kapitalist sistemin temelini oluşturan unsurlardan olan borsaya bir bakalım. Borsada şirketlerin performansları gelir ve kârlılık üzerine kurulmuştur. Salt gelirler veya kârlılık performansına bakılması demek, o şirketin ürettiği malların veya verdiği servisin tüketilmesini sağlamak için elinden geleni yapması anlamına geliyor. Peki, borsanın doğayla barışık olmayan bu çalışma dinamiği doğayı korumak için değiştirilemez mi? Elbette değiştirilebilir. Yapılması gereken şey borsaya kote olan bütün şirketler için ayrıca “Çevre Endeksi” oluşturup şirket değerini de borsadaki değerinin yanı sıra, şirketin çevre endeksi ortalamasından hesaplamak işin görünümünü tümüyle değiştirir. Başka bir deyişle, “şirketimizin değeri yüzde olarak şu kadar arttı” diye böbürlenen, borsaya kote şirketlerin yöneticileri, çevre endeksinin denkleme dâhil edilmesiyle şirketlerini çevreyle barışık hale getirebilmek için ellerinden geleni yapmaya çalışacaklardır. Bu da doğa ile borsa arasındaki dengenin sağlanmasına büyük katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ülkelerin ekonomik karnelerinin dışında bir de “ekolojik karne”lerinin olması gerekir. Başka bir deyişle, cari açık/fazla gibi önemli ekonomik göstergelere ne kadar önem veriliyorsa ülkenin karbon salınımı gibi ekolojik göstergelere de aynı önemin verilmesi gerekir. Ekolojik göstergelerin dünyadaki kamuoyuyla da sürekli paylaşılıyor olması gerekiyor. Hatta daha da ileri gitmek gerekirse bir ülkenin ne kadar iyi yönetildiği ve başarısı ekonomik ve ekolojik göstergelerin ortak paydasından yola çıkılarak yorumlanmalıdır. Yani, ekonomisi krizde olan bir ülkenin ekolojik karnesi parlaksa o ülkenin durumunun iyi olarak algılanması, ekonomik göstergeleri çok parlak olan bir ülkenin de eğer ekolojik göstergeleri kötüyse krizde olarak algılanması gerekir. Böyle bir dengeleme, politikacıları çevreyle ilgili yapmaları gerekenler konusunda teşvik eder, olaylara farklı bir açıdan bakmalarını sağlar. 2. Enerji ihtiyacının %100 yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması: Fosil yakıtlarının rezervlerini ve alternatiflerini artırmak için büyük çaba harcayan ve en büyük yatırımları bu alanda gerçekleştiren insanoğlu benzer bir çabayı yenilenebilir enerji alternatiflerinin artırılması ve teknolojilerin geliştirilmesi için göstermiyor. Bunun elbette siyasi ve ticari sebepleri var. Bu sorunu çok net bir şekilde ele alan bir karikatürü sizlerle paylaşmak isterim: portlandroof Bu karikatürden de görebildiğiniz gibi insanlık tarihinde çıkan önemli savaşların sebebi hep yaşam için çok önemli olan yeryüzü kaynaklarının (enerji, su, vs.) paylaşımı olmuştur, çünkü bu kaynakların sahipleri olmuştur her zaman. Paylaşım konusundaki anlaşmazlıklar diplomatik yolla çözülemediği durumlarda ise savaşlar çıkmıştır. Peki, güneşin bir sahibi var mıdır? Hepimiz güneşin sahibiyiz. Bunun şöyle bir anlamı daha var: Güneşin, yeryüzündeki kaynakların paylaşımı için sürekli kavga eden ve savaşan insanlığa barış ve huzur getirme potansiyeli vardır. Bir de tabii kaynakların paylaşımını hegemonyaları altına almak ve ilgili ülkeyi kontrol edebilmek için oluşturulan diktatörlük gibi sistemlerin sonunu getirme potansiyeli vardır. Yani, güneş enerjisi insanlığa doğal bir demokrasi sağlayabilir. Bu kaynak yeryüzüne her gün ulaşmaktadır. Yapılması gereken tek şey güneş enerjisinden bütün insanlığın azami ölçüde faydalanmasını sağlamaktır. Şu anda bile atıl durumda olan ve pek faydalanılmayan A.B.D’deki Mojave Çölü, Şili ve Peru’daki Atacama Çölü, Kuzey Afrika’daki Sahara Çölü, Hindistan’da Rajasthan Eyaleti, Çin’deki Taklamakan Çölü, Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi, Suudi Arabistan’ın Rubülhali Çölü, Ortadoğu ve Avustralya’nın büyük bir çoğunluğunda bulunan çöllerin yanı sıra, dünyanın güneş verileri maksimum olan birçok bölgede bulunan enerji kaynakları dünyanın enerji ihtiyacını büyük ölçüde karşılamaya yeter. Başka bir deyişle, geçmişte insanların olabildiğince uzak durduğu ve fazla kimsenin yaşamadığı çöller, gelecekte dünyanın en önemli enerji kaynaklarının bulunduğu yerler olacaklardır. Bir de buna dünyadaki güneş verileri biraz daha düşük, ama önemli oranda vasatın üzerinde olan bölgeleri de kattığımızda, dünyadaki enerji ihtiyacını sadece güneş sayesinde karşılayabileceğimizi söylemek yanlış olmaz. Tabii, bunun için CSP, fotovoltaik, CPV gibi bütün merkezi ve bağımsız güneş enerjisi teknolojilerinin devrede olması gerekir. Belki, bizim jenerasyon göremeyecek olsa da uzayda güneş enerjisinden faydalanmak için teknolojiler geliştirilecek ileride. Sonuçta, bir filtre görevi gören atmosferimizin dışına çıkılarak güneşe daha da yaklaşıldıkça güneş enerjisinden çok daha fazla verim almak mümkün olacaktır. Tabii, buradaki sorun da atmosferin dışında, uzayda elde edilen enerjinin dünyaya nasıl iletileceği konusudur. Güneş enerjisi gibi rüzgâr, jeotermal, biyokütle gibi diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının da mutlaka değerlendirilmesi gereklidir. Sonuç olarak, bana göre dünyadaki enerji ihtiyacı, fosil yakıtlara ihtiyaç duymadan, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla rahatlıkla karşılanabilir. Ancak, bunun için ciddi bir süreç gereklidir. Devletler o iradeyi gösterdikleri takdirde dünyanın birçok bölgesinde makro ve mikro planlamalar yapılabilir. Bu zaman alabilse de belli bir süre zarfında, planlı ve programlı bir şekilde fosil yakıt kullanımından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş gerçekleştirilebilir. Bana göre bu hayal değildir. Yeter ki, bu konularda halkların desteği olsun ve kamu ile özel sektör temsilcileri koşulsuz bir biçimde bu değişimin arkasında olsunlar. 3. Enerji verimliliği: Yenilenebilir enerji kaynaklarından bahsetmişken enerji verimliliğinden bahsetmemek olmaz. Enerji verimliliği alınan bazı önlemlerle tüketilecek enerjiden tasarruf sağlanması ve enerji tüketimini en aza indirgemektir. Enerji verimliliği kısaca iki türlü yapılır. Birincisi, alınan bazı önlemlerle hiçbir yatırım yapmadan enerji tüketiminin azaltılması (ki, bunu yapmamak için sadece bilgiden yoksun olmak gerekir). İkincisi ise yatırım yaparak teknolojik bazı iyileştirmelerle enerji tüketiminin optimum seviyelere çekilmesidir. Burada yatırımcı yapmış olduğu yatırımın finansal performansına göre kararını verir. Başka bir deyişle, enerji verimliliğiyle ilgili yapılacak yatırımda, bu yatırımın geri dönüşü ve getiri oranları karar verme sürecinde önemlidir. İdeal dünyada enerji tüketiminin enerji verimliliği kapsamında minimuma indirilmesi ve ihtiyaç duyulan enerjinin de yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlanması gerekir. 5 4. Fosil yakıtların hammadde olarak kullanılması: Bulunduğum her yerde petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtlarının yakılması yerine hammadde olarak kullanılabileceğini söylüyorum, çünkü yakılan fosil yakıtların karbon salınımı çok fazla ve fosil yakıtların yakılmasının doğaya ciddi zararı var. Halbuki, fosil yakıtlar endüstiyel bazı ürünlerin hammaddesi olarak kullanılabilir. Örneğin, petrolün petrokimya sektöründe, doğalgazın da gübre yapımında kullanılabileceğini söyleyebiliriz. Üzerinde çalışılırsa daha birçok farklı fosil yakıtların farklı kullanım alanları da tespit edilebilir. Fosil yakıtlardan bu şekilde oluşturulan maddelerin mutlaka geri dönüşebilir olmaları sağlanmalıdır. Bu şekilde geri dönüştürülen maddelerden hem daha az fosil yakıt kullanılarak tasarruf yapılması sağlanır, hem de doğaya bırakılan maddelerin miktarı azaltılarak çevreci bir yaklaşım sergilenmiş olunur. 5. Şehir planlaması ve yapıların tümüyle değiştirilmesi: Şehir planlamalarının artık doğaya zarar vermeyecek şekilde tasarlanması gerekiyor. Doğayla uyumlu şekilde tasarlanacak yeni şehirlerdeki evler beton yerine farklı materyallerden yapılacak belki de. Doğayla bir bütün oluşturacak bu materyallerin devreye girmesiyle yüksek binaların yapımı işin uzmanları tarafından tekrar gözden geçirilmesi de ihtimal dâhilindedir. Ayrıca, kendi enerjisini üreten binalar (bugünlerde evlerin duvarlarına sürülen ve enerji üreten boyalarla ilgili ARGE çalışmaları olduğunu biliyorum) ve sürdürülebilirlik kavramları ön planda olacak. Son olarak, yapıların farklı bölümleri çeşitli amaçlar için kullanılacak. Dört sene önce Cannes’da düzenlenen Uluslararası Gayrimenkul Fuarı MIPIM’de bir sunuma katılmıştım. Çin’de kurulacak yeni bir şehrin tasarımını yapan bir Alman mimarlık ve şehir planlama şirketi çok önemli bir noktaya değinmişti: Çatıların kullanımı. İlk gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Evet, çatılarda meyve sebze yetiştirmek için özel tarla alanı yaratılmasıyla ilgili bir çalışma yapmışlardı. Esasında çok mantıklı. Çin gibi dünyanın en kalabalık ülkelerinde sürdürülebilirlik kavramına katkıda bulunmak için herkesin kendi çatısında kendi meyve ve sebzesini yetiştirmesi öngörülmüştü. Aynı şekilde, oldukça yaygın bir kullanım şekli olan çatılara güneş panelleri koyulması ve elektrik üretimi de mümkün. Özetle, çatıların ister meyve sebze yetiştirilmesi için tarla alanı olarak kullanılması ister solar panellerle elektrik üretimi için mutlaka faydanılması gerekiyor. Bundan sonra yeni kurulacak olan şehirlerin her açıdan doğayla barışık olması gerekir. 6. Kullanılan araçların sadece solar elektrikli araç formatına getirilmesi: Dünyadaki trendleri iyi izlemek gerekiyor. Şu anda sürekli fosil yakıtlarla ilgili alternatifler üzerinde çalışılıyor. Benzin dışında, LPG (likit petrol gazı) ve CNG (yoğunlaştırılmış doğalgaz) gibi farklı ürünler yakıt olarak kullanılmakta. Ayrıca, Brezilya gibi ülkelerdeki araçlarda etanol kullanımı çok yaygın. Hidrojen ve biyoyakıt gibi kaynaklar da üzerinde ARGE çalışması yapılan potansiyel yakıtlardır. Bana göre dünyadaki araçların dönüşümü şu şekilde olacaktır: Gelecekte fosil yakıtlı araçlardan sonra hibrit araçlar, sonrasında ise elektrikli araçlar ve en sonunda da solar elektrikli araçlar yaygın olarak kullanılacaktır. Solar elektrikli araçlar son nokta olacaktır ve bu teknoloji sürekli geliştirilecektir. Bu konuda hali hazırda kat edilmesi gereken daha çok yol var. Batarya sistemi, solar hücrelerin gelişimi, elektrik devreleri, motor, malzeme gibi daha birçok konuda sürekli gelişme kaydedilecektir. Bu gelişim sadece kara taşıtlarında değil, aynı zamanda deniz ve hava taşıtlarında da gerçekleşecektir. Eninde sonunda, gelecekte güneşten maksimum oranda faydalanan (hatta güneşli bölgelerde hiç elektrik şarjına ihtiyacı kalmayan) batarya sistemiyle fosil yakıtlı araçların maksimum gidebileceği mesafenin çok üzerine çıkabilen, karbon salınımı sıfır olan araçları görmemiz mümkün olacaktır. Geçtiğimiz haftasonu İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından geliştirilmiş olan solar elektrikli aracı ARIBA 6’nın test sürüşü için İTÜ’nün Maslak kampüsüne gittik. Detaylarına başka bir yazıda değineceğim bu etkinlikten çok keyif aldım. Bütün bu söylediklerimin emarelerini üniversitelerde görebildiğimi söyleyebilirim. Sonuç olarak, bugün gördüğümüz araçlar ileride ekolojik hale getirilip karbon salınımları giderek azaltılacak ve sonunda sıfırlanacaktır. 7. Çevre bilinci eğitimi: Benim gözlemlediğim kadarıyla babalarımızın kuşağının büyük bir çoğunluğunda çevre bilinci bulunmuyor. Hatta birçoğu iklim değişikliği ve küresel ısınma kavramlarına inanmıyor. Bizim kuşakta bu bilinç bir ölçüde oluştu, ama kesinlikle yeterli değil. Hiç değilse bizden sonraki nesillerde çevre bilincinin tam oluşması için doğru adımları atmak gerekiyor. Bunu da anaokulundan başlayarak eğitim/öğretim sürecinin her safhasında (anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, master, PHD) çevre bilinci dersi verilmelidir ki bu bilinç beyinlere kazınsın. İnanın, benim kendi eğitim sürecinde bir sürü gerçek hayatta hiç işe yaramayan bilgilerin bana öğretildiğini, hatta bu konulardan defalarca sınava girdiğimi hatırlıyorum. Bunların yerine insanı gerçek hayata hazırlayacak derslerin verilmesi gerekir. Çevre bilincini sağlayacak dersler de gerçek hayata hazırlayan derslerin en önemlilerinden biridir. İnsanların çok küçük yaştan başlayarak doğaya yaklaşımı ve düşünce tarzını değiştirmemiz gerekiyorki bu konularda harcanan emekler hız kazansın ve bu sorunların çözümünde bütün insanların katkısı olsun. 8. Kullanılan herşeyin doğal döngüye katılması ve sürdürülebilir hale getirilmesi: Teknoloji ilerledikçe insanlar yeni keşiflerde bulunuyorlar. Bu keşiflerin birçoğu da esasında doğada olan bazı unsurların insan eliyle yapılmasıdır. Örnek vermek gerekirse fotoğraf makinesi gözün çalışma mekanizması model alınarak yapılmıştır. Benzer şekilde, bütün atıkların doğal bir denge içerisinde kullanılıyor ve geri dönüşümünün sağlanabiliyor olması gerekir. Örnek vermek gerekirse benim şu anda CEO’luğunu yaptığım şirkette atık ısıyla çalışan bir su arıtma teknolojisi kullanılıyor. Başka bir deyişle, soğutma kulelerinden veya herhangi bir mekanizmadan elde edilecek atık ısının atmosfere karışıp harcanması yerine biz bu ısıyı tekrar enerjiye dönüştürüp doğal vakumla suyun arıtılmasını sağlıyoruz. Bunun gibi daha birçok örnek verebilirim. Burada önemli olan atık ısı, atık gıda, atık gaz ve daha birçok atığı kullanabilmenin ve doğal döngünün içerisine sokabilmenin yolunu bulmak gerekiyor. Bunun için bilim adamlarına, mühendislere ve konularının uzmanlarına çok iş düşüyor. 9. Nüfus artışının önce durdurulması sonra kademeli azaltılması: Buna tepkilerin gelebileceğini tahmin edebiliyorum. Konuya bir de şöyle yaklaşalım. Nüfus artışı bu oranda devam ederse dünyanın hali ne olur? Örneğin, beş yüz sene sonra dünya nüfusunun 25 milyarı geçtiğini düşünelim. Dünyadaki kaynaklar bütün insanlara yetebilecek mi? Birçok kaynağın tükenme noktasına geleceği ve insanlığın çok zorlanacağı kesin. Bu konudaki artış oranları en fazla olan ülkelerden başlayarak önce nüfus artışının durdurulması ve sonrasında da yavaş yavaş kademeli olarak azaltılması gerekir. Bir rakam veremeyeceğim, bunu bilim adamları hesaplayabilirler. Ancak, şu anki 7 milyarlık nüfusun bile yeryüzünün kaynaklarını çok zorladığı bir gerçek. Dolayısıyla nüfusun kademeli olarak optimum seviyelere çekilmesi gerekir. Nüfusun nasıl azaltılacağının da detaylarına girmeyeceğim. Bunun çeşitli yöntemleri var. Örneğin, Çin bazı uygulamalarda bulundu ve bana göre belli bir oranda başarılı da olmuşlardır. Çocuk sayısına belirli bir sınırlanma getirilmesinin dışında doğum kontrol yöntemlerinin herkes tarafından uygulanabiliyor olması (bunu da mutlaka orta öğretimden başlayarak herkese eğitimini vermek gerekiyor) gerekir. Özellikle ekonomi okumuş olan bazı arkadaşların nüfus piramidi tersine döndüğünde çoğalmış ve emekliye ayrılmış yaşlanan nüfusun genç nüfus tarafından nasıl desteklenebileceğini sorguladığını duyar gibiyim. Hemen kafasında bu sorunu dillendiren arkadaşlara şunu söyleyeyim: Bunun da çözümü var. İki çözüm önerisi: Emeklilik yaşının olabildiğince geçe çekilmesi (şimdiki yöntemlerle insanlar artık 80’li hatta 90’lı yaşlara kadar sağlıklı bir yaşam sürebiliyorlar; bana göre sağlıklı olan her insanın eskisi kadar yoğun bir tempoda olmasa da çalışabilmesi gerekir) ve robotların devreye girmesidir. Evet, yanlış duymadınız. Robotlar geleceğin dünyasında endüstriden servis sektörüne kadar birçok alanda hayatımızın bir parçası olacaktır. Bunun sonucunda insanların üzerindeki iş yükü hafifleyecektir. 10. Kağıt kullanımının olabildiğince azaltılması ve plantasyonun artırılması (ağaç dikilmesi): Artık dijital bir dünyada yaşıyoruz. Bana göre her şeyin dijital olması gerekir. Hâlâ gereksiz yere bir sürü kâğıt üzerine kontrat imzalıyoruz, günlük gazeteleri kâğıt üzerinden okuyoruz ve notlarımızı kâğıt üzerine alıyoruz. Bütün bunların dijitalize olup bu konularda kağıt kullanımının kalkması gerekir. Başka bir deyişle, bilgisayar üzerinden kontratlara şifreli dijital imzamızı atabilmeli, günlük gazeteleri sadece internet üzerinden okumalı ve notlarımız iPad’lerimizin veya laptoplarımızın üzerine almalıyız. Bir de bunun bir diğer karşılığı toprak kaymasını engellemek ve oksijen salınımı artırmak için bölgeden bölgeye değişecek şekilde bitkilerin dikilmesi gerekir. Unutmayalım dikilen her ağaç doğamıza pozitif katkı anlamına geliyor. 11. Evrenin keşfi ve uzayın nimetlerinden faydalanılması: Bundan birkaç ay evvel ntvmsnbc.com’da benim daha evvel aklıma gelmiş olan ve acaba yapılabilir mi diye düşündüğüm bir konsept hakkında haber okudum: Uzay madenciliği. Haberde, bir grup zengin girişimcinin ‘Gezegen Kaynakları’ adını taşıyan bir şirketi hayata geçireceği ve bu şirketin uzayın dört bir yanına keşif robotlarından oluşan bir ordu göndermeyi ve değerli madenleri taşıyan gök cisimlerini tespit ederek uzayda madencilik yapmayı öngördükleri yazılmıştı. Gezegen Kaynakları’nın ortakları arasında Google CEO’su Larry Page ve Başkanı Eric Schmidt, Microsoft’un eski baş tasarımcısı Charles Simonyi, Dell Yönetim Kurulu Başkanı Ross Perot Jr., ünlü yönetmen James Cameron, emekli astronot Tom Jones, roket mühendisi Chris Lewicki ve gökbilimci Sara Seager da yer alıyormuş. Bu habere göre sadece dünyanın yörüngesinin yakınlarında, genişliği 45 metre civarında olan dokuz bin asteroit bulunuyor. Bu göktaşlarından bazıları, bir yılda tüm dünyada çıkarılan platinden daha fazlasını içeriyor. Uzmanlar tarafından dünyadaki platin kaynaklarının diğer fosil yakıtlar gibi önümüzdeki birkaç yüzyılda tükeneceği varsayılırsa ve 800 metre genişliğinde bir asteroidin yüzeyini sadece birkaç metre derinliğinde kazarak 6 milyar dolar değerinde 130 ton platin elde edilebileceği düşünülürse bu uçuk iş modelinin aslında ne kadar kârlı olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Gök cisimlerinde platin dışında ayrıca paladyum, osmiyum ve iridyumdan gibi nadir metaller de bulunuyor. Bu nadir metaller adı gibi dünyada az bulunuyor ve aklımıza gelmeyecek birçok yerde kullanılabiliniyor. Özetle dünyada sınırlı olan madenleri elde etmek için dünyanın altını üstüne getireceğimize bunu uzaydaki asteroidlerden, uydulardan ve diğer gezegenlerden elde etme fikri bana mantıksız gelmiyor. 12. ARGE çalışmalarına kamu ve özel sektörden tam destek: ARGE çalışmalarına ilişkin olarak yapılacak ve geliştirilecek o kadar fazla teknoloji var ki, bu konuda dünyadaki bütün uzmanların seferber olmaları gerekiyor. Burada belirtmek istediğim, devletlerin ARGE çalışmalarına daha fazla destek vermesi gerekiyor. Özel sektörün her sene gelirinin belli bir kısmını yaptıkları işle ilgili ARGE çalışmalarına ayırması gerekiyor. Ayrıca, dünyadaki bütün üniversitelerin ARGE çalışmalarına daha fazla eğilmesi ve her sene herhangi bir uzmanlık alanında bir yeniliğe imza atmaya çalışmaları gerekiyor. Son olarak, ilgili sivil toplum kuruluşlarının devrede olması gerekiyor. Bazı vakıf ve derneklerin sahip olduğu fonların insanlığın gelişimi için yapılacak ARGE çalışmalarına aktarılması gerekiyor. Bütün bu finansal kaynaklar ne gibi sürdürebilirlik için hangi ARGE çalışmalarında mı kullanılacak? O kadar çok var ki. Benim şimdi aklıma gelenler: Enerji depolama, kablosuz enerji iletimi, enerji üreten boyalar, uzayda yer alacak güneş enerji sistemleri, solar elektrikli araçların geliştirilmesi, uzay madenciliği, dijital sistemlerin geliştirilmesi, atıkların değerlendirilmesi ve doğal döngüye kazandırılması, su teknolojileri, vs. Sürdürülebilirlik ve ekolojik dengenin sağlanması alanlarında daha gideceğimiz çok yol, yapacağımız çok iş var. Yeter ki insanoğlu istesin