MILANO LIVES WITH DESIGN

TASARIMLA YAŞAYAN MİLANO

Tasarımcı gözüyle Milano
Dr. Vehbi Tosun (Y.Mimar)

Bu sene 4-9 Nisan tarihleri arasında düzenlenen Milano Mobilya Fuarı (Salone del Mobile, Milano) nedeniyle bir kez daha 21 kişilik bir grupla Milano’ya gittik. Kültür Üniversitesi İç Mimarlık öğrencilerinin de katıldığı bu grupla 4 gün boyunca hem Milano Mobilya fuarını ve Milano’yu hemde Milano’nun hemen yakınında bulunan Como Gölü’nü sizler için gezdik.
Milano deyince akla gelen ilk kelime tasarım oluyor. Moda, mobilya, endüstri ürünleri tasarımı, otomotiv endüstrisi, mimarlık ve iç mimarlık tasarım boyutunda sizleri başka bir boyuta taşıyor. Kentin her köşesi tasarım ve sanatın farklı yönleri ile insanı büyülüyor.Tarihi kaynaklarda Keltik orijinli olduğu belirtilen Milano’nun adı Kelt dilinde Mid-lan’den (ovanın ortası) gelmektedir. M.Ö. 600 yıllarında kurulan Milano M.Ö. 222 yılında Romalıların eline geçmiş, M.S. 4. Yüzyılda 1.Theodosius zamanında kısa bir süre Batı Roma İmparatorluğunun başkenti olmuştur. Roma İmparatoru Büyük Konstantin, Milano’da Hrıstiyanlığı serbest bıraktığını ilan etmiştir.Rönesans döneminde kısa süre Visconti, 1450 tarihinden sonra ise Sforza ailesi tarafından yönetilen Milano’nun görkemli kalesi Sforza adıyla anılmaktadır.

Bir süre İspanyol ve Avusturya hakimiyetinde kalan Milano 1797 de Cisalpine, 1802 de İtalyan Cumhuriyetinin başkenti olmuştur. 1805 de Napolyon’un 1814-1859 yılları arasında Avusturya’nın hakimiyetine giren Milano 1860 da İtalyan Cumhuriyetinin bir parçası olmuştur. Lombardiya bölgesinin başkenti olan Milano kent merkezinin nüfusu 1.300.000 dür.
Milano’nun simgesi kent merkezindeki Milano kathedralidir (Duomo di Milano). Plazza del Duomo meydanının en hakim noktasında yer alan bu kathedralin yapımı altı yüzyıl sürmüştür. Duomo di Milano Avrupa’nın 4. büyük, İtalya’nın ise en büyük kathedralidir. Gotik tarzın en önemli yapılarından birisidir

Milano kathedralini gezerken aynı biletle mutlaka terasına çıkmayı ve ve hemen kathedralin yanında yer alan Palazzo Reale de Milano kompleksi (Milano hükümet sarayı) içindeki Grande Museo del Duomo di Milano’yu da görmek lazım.Milano kenti planı, merkezde tüm yolların birleştiği Duomo meydanı (Piazza del Duomo) olmak üzere, radyal bir formdadır. Tüm cadde ve sokaklar ya işınsal olarak bu meydanı merkez almış veya dairesel olarak bu meydanın etrafında şekillenmiştir (Resim 4).

Meydanda yer alan Galleria Vittoria Emanuele II (İlk İtalya Kralı) 1861 de tasarlanmış ve Giuseppe Mengoni tarafından yapılmıştır (1865-1877). İtalya’nın en önemli markalarının yeraldığı Milano’nun en ünlü alış-veriş merkezidir. Duomo meydanından girişindeki Zafer Kemeri, çelik strüktürü, renkli döşeme mozaikleri görülmeye değer.

Giuseppe Mengoni’nin, binanın açılışından bir gün önce kontrol etmek üzere çıktığı galerinin çatısından düşerek öldüğünü de bu arada hatırlatmak isterim.Duomo meydanı ortasında Vittoria Emanuele II’nin heykeli yer alır. Mussolini döneminde yapılan ve halen Musei del Novacento’ya ev sahipliği yapan Arengoario, Palazzo Carminati, Plazzo Settentrionali, Palazzo Reale de Milano ve Piazza Mercanti (tüccarlar meydanı) Duomo meydanı çevresinde görülmesi gereken diğer önemli yapılardır. Duomo meydanında yorgunluk kahvenizi meydana hakim Terrazza Aperol’da içmenizi tavsiye ederim.Galleria Vittoria Emanuele II ile Duomo meydanına bağlanan Piazza della Scala meydanı, ismini 1778 yılında açılan Milano Operasından (Teatro Alla Scala) alır. Dünyanın en önemli opera ve bale salonlarından birisi olan Teatro Alla Scala kendi kadrosu dışında hemen tüm ünlü solist ve grupları sahnesinde misafir etmiştir. Tiyatro salonu fuayesinde yer alan müzesi ayrıca görülmeye değer. Müzeyi gezerken prova çalışmalarını da seyredebilme imkanının olduğunu hatırlatmakta yarar var


Piazza della Scala meydanın ortasında Rönesansın en önemli isimlerinden birisi olan Leonardo Da Vinci’nin heykeli bulunur. Milano deyince Leanardo Da Vinci’den bahsetmeden geçmek olmaz. Milano’da 17 yıl yaşayan Leonardo Sforza ailesi içim mühendis, ressam, mimar ve heykeltraş olarak çeşitli hizmetlerde bulunmuş ayrıca Fransız hakimiyeti sırasında da 1508-1512 yılları arasında anatomi üzerine çalışmalarını sürdürmüştür. Sanatçının ünlü “Son Akşam Yemeği” tablosu Milano’da bulunan Santa Maria delle Grazie kilisesinde görülebilir.Naviglio adıyla bilinen Milano kanal sistemide, suyun akışı, svıların dengesi ve hidrolik kuralları çok iyi özümseyen Leonardo tarafından tasarlanmıştır. Loklar ile düzenlenen havuz sistemi yardımı ile Milano kanallarla denize bağlanıştır. Bugün Naviglio, restaurantları, cafeleri ve barlarıyla, Milano’nun en önemli eğlence merkezlerinden biridir


Naviglio kanallar bölgesinin hemen yakınlarında yer alan Tortona, Milano Mobilya Fuarının en önemli etkinliklerinin yapıldığı yerlerden birisidir. Bu yıl Tortona Design Week kapsamında 4-9 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen 200 etkinliğe 60 firma katılmıştır. Bölgede bulunan eski fabrika binaları dahil Tortona tam anlamıyla bir tasarım şölenine ev sahipliği yapmıştır.
Duoma meydanına yaklaşık 10 dakika yürüyüş mesafesinde bulunan Brera, Milano Mobilya Fuarı süresince tasarım etkinlik ve sergilerine ev sahipliği yapan diğer bir bölgedir. Tasarım bir oyun, oyun tasrımdır temasının işlendiği Brera’da özellikle Domus tarafından düzenlenen “White in the City” (Kentde Beyaz) sergileri Milano’nun önemli yapılarından Pinacoteca di Brera (Resim 9)

ve Palazzo Cusani’deydi (Resim 10).

Brera Caddesi ve çevresindeki sokaklar, cafe ve restauranları ile gelen misafirlere farklı tat ve lezzetleri de sunmayı ihmal etmiyor.Milano Mobilya Fuarının yapıldığı Fiera Milano

toplam 24 salonda, 200.00 m2 den daha büyük bir sergileme alanına sahip. Bu yıl 2000 en fazla firmanın ürünlerinin sergilendiği fuarda, Türkiye’yi 25 firma temsil ediyordu. Klasik, modern ve extra lüks bölümlerin yer aldığı Milano Mobilya fuarında ayrıca aydınlatmaya da ayrılmış 4 salon bulunmaktaydı. Milano Mobilya fuarı, alanında dünyada düzenlenen en büyük ve görkemli fuar olma özelliğini bu sene de korudu

Fuar sonrasında bir etkinlik için gittiğimiz Devon & Devon’dan da bahsetmem gerekiyor. Firmanın 2017 için tasarladığı concept ve ürünleri görmek güzel bir süpriz oldu

Devon & Devon’un hemen yanıbaşında yer alan Porto Garibaldi (Piazza 25 Aprile) meydanı, restaurant, cafe ve barları ile, güzel bir tarihi çevrede keyifli bir akşam yemeğine davetkar

Meydanın hemen yanıbaşında yer alan Piazza Gae Aulenti aışveriş merkezi ve Unicredit Tower ise Milano’nun modern çehresini gösteren güzel bir örnek (Resim 18).


Milano’ya gelmişken kent merkezine yaklaşık bir saat uzaklıkta ki Como gölüne uğramadan olmaz. Alp dağlarının eteklerinde yer alan ve bir buzul gölü olan Como, İtalya’nın 3. Büyük gölüdür. Karlı tepeleri, zengin bitki örtüsü, göl kıyısındaki villaları ve geçmişi günümüze taşıyan kasabaları ile Avrupa’nın en önemli turistik noktalarından birisidir. Como, gölün çevresindeki en büyük şehirdir. Gölün çevresindeki kasabalara Como şehrinden kalkan teknelerle ulaşılabilir. Como şehrinin katedrali, tarihi çarşısı ve funiküler ile çıkılan Brunate’den Como gölünün görünüşü seyahat programınızda olmalıdır. Como Gölü kıyısındaki en önemli 2 nokta Bellagio ve Varenna’dır. Bellagio

mimarisi, teras bahçeleri, sokaklarının kaplaması, dik yokuşlarının etrafında yer alan dükkan ve cafeleri ile görülmeye değer.Como gölünde benim favorim ise küçük bir balıkçı kasabası olan Varenna’dır. Varenna iskelesinden kent merkezine Aşıkların Yolu (Passegiate degli Innamorati) takip ederek ulaşılır. Bar il Molo’nun terasında oturup, Como gölünün ve Varenna’nın tadını çıkardığınızda Milano’ya tekrar gelmek için dilekte bulunacağınızdan eminim

WORLD’S BEST ART HOTELS..

DÜNYANIN EN İYİ SANAT OTELLER  

 

Bu yazımız yakın zamanda seyahate çıkacakların kalacağı otellerde bile sanatı her daim görmek isteyenler için.

Artık dünyanın en iyi otellerinin en belirgin özelliği sanatı kendi mekanları içinde barındırıyor olması ve birçok sergi mekanlarının yanı sıra lobilerinde Picasso’nun ve yemek odalarında Warhol gibi sanatçılarının eserlerine rastlamamız. Sizler için dünyadan en iyi sanat otellerinden seçimler yaptık. Bunlardan birinde konaklarken otelin kafesinde otururken bile müze salonları yanı başında olduğu için her an zengin kültürel bir deneyim yaşamaya ve kendinizi otelden çok müzede olduğunuzu hissetmeye hazır olun.

Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır. Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmış olsa da sanat her yerdedir. İster müzeye gidelim ister restoran a isterse seyahat için seçtiğimiz otellere.

HOTEL GRAND, ZÜRİH

En iyi özel sanat müzesi olarak bilinen, Hotel Grand+ ortalama 90 adet sanatçıdan oluşan benzersiz bir koleksiyona sahip. Bu sanatçılardan Salvador Dalí, Keith Haring ve Takashi Murakami dev heykeller, Andy Warhol “Büyük Retrospektif Resim” ile konukları selamlıyor; Ayrıca otelde the Rolling Stones, Sylvester Stallone ve Keith Richards ve Slash imzalı bir gitar ve kendine özgün resimler göreceksiniz. Eserleri olan diğer sanatçılar ise Fernando Botero, Sol LeWitt, Joan Miro, Henry Moore, ve Damien Hirst…


 COLOMBE D’OR, PROVENCE, FRANSA

Colombe D’or Cote D’Azur da 25 odalı bir otel. Eserlerini bulundurdukları sanatçılardan Pablo Picasso, Henri Matisse ve Marc Chagall gibi modern ustalar ile uzun bir geçmişi vardır. Matisse, Picasso tabloları, Braques ve Miro yemek salonunda, yüzme havuzunun olduğu bir kenarda ise Alexander Calder asılı duruyor. Sanatın yanısıra lavanta kokuları ile de otel tarihle ayrılmaz bir üçlü.


ROME CAVALIERI, ROMA

Fransız dönem mobilyaları ve Marie Antoinette tablonun yanı sıra Kraliyet eserlerden 1725 Beauvais bir duvar halısı ile dikkat çeken Rome Cavalier’de kalacaksanız güçlü sanat birikiminden ötürü bir sanat tarihçisi ile tur düzenlemenizi öneririz.

BELLAGIO, LAS VEGAS
Las Vegas Bellagio oteli seçtiğiniz takdirde düzenli değişen 1998 Güzel Sanatlar Galerisi’ne zaman ayırmanızı tavsiye ederiz. Sergilerde Picasso, Faberge, Monet, Van Gogh, ve Lichtenstein eserlerinin yer aldığına tanık olursunuz. Ayrıca Yousuf Karsh, Winston Churchill, Brigitte Bardot, Audrey Hepburn, Ronald Reagan ve Grace Kelly gibi ünlü insanların portreleri ile BGFA ilk fotoğraf sergisi de burada bulunuyor. Lobide göz kamaştırıcı Dale Chihuly’dan cam yükleme sanatınada burada rastlıyabilirsiniz.


GRAMERCY PARK HOTEL, NEW YORK CİTY

Sanatçı Julian Schnabel tarafından tasarlanmış, Gramercy Park Hotel kendi başına bir sanat eseridir. Damien Hirst, Jean-Michel Basquiat, Kenny Scharf, ve Andy Warhol dahil olmak üzere birçok sanatçının eserleri Rose Bar, Yeşim Bar, ve Teras gibi ortak mekanlarda görüntülenir.


BRIDGE HOUSE HOTEL, LONDON

Victoria Ve Albert Müzesi’ne sadece kısa mesafe uzaklıkta bir konumda, 19. ve 20. yüzyıl eserlerinin geniş ve özel bir koleksiyonuna sahiptir. Toulouse Lautrec, Charles Schultz Snoopy, Renoir, Picasso ve Chagall gibi sanatçıların seçilmiş eserleri sergilenir. Ayrıca Picasso, Matisse, Pierre-Joseph Redouté, Charlotte Fawley ve Ludwig Bemelmans’dan eserlerde mevcuttur.

21C MUSEUM HOTEL, LOUISVILLE, KENTUCKY

Çağdaş sanat koleksiyoncuları Laura Lee Brown ve Steve Wilson tarafından kurulan 21 ülke genelinde yayılan çeşitli oteller topluluğudur. Chuck Close, Kehinde Wiley, Mickelene Thomas, Bill Viola ve Kara Walker sanatçılarının eserlerinin yer aldığı 85 fazla sergi gerçekleşmiştir.

HENRY JONES ART HOTEL, HOBART, AVUSTRALYA

Avustralya’nın ilk özel sanat oteli olan Hobart dönüştürülmüş ambarlardan oluşturulmuş. Tarihi bölgesinde çağdaş sanat sergilerinde yerel sanatçılara odaklanarak deneyimli ve yeni olduğunu ispatlıyor.

THE SURREY, NEW YORK

Surrey, Upper East Side Relais & Chateaux Hotel, çağdaş sanat sergileri yapması ile biliniyor. Christie’nin eski sanat uzmanı Jenny Holzer Donald Sultanın otelde düzenli olarak yaptığı yeni sergileri kaçırmak istemiyorsanız bir sanatsever olarak New York’ta kalmanız için size öneririz.

 

Yazının devamı için www.archisections.com a bakabilirsiniz..

FASCINATING CITY VENICE OF ART AND ARCHITECTURE.

BÜYÜLEYİCİ ŞEHİR VENEDİK’TE SANAT VE MİMARİ..

1

Venedik bienaline sayılı günler kaldığı şu günler bu yazımda  sizler için Venediğe yapmış olduğum geçmiş seyahatimden mimari, sanat dan kısa kesitler vereceğim.Gerek mimari Gerek konumu gerek suya batmış şehir özelliğiyle bütün dünya şehirleri arasında listede  ön sıralarda yer alan Venedik 118 adacık üzerine kurulu olup ticaret şehri olmasına rağmen geçmiş dönem mimarisini bozmadan korumasına romantik gondol sefaları  ile tanık olabilirsiniz. Eğer seyahatte  hedefiniz Venedik se şubat- mart aylarında gerçekleşen karnavala göre seyahatinizi gerçekleştirmenizi öneririm.Her sene karnaval zamanları değiştiği için tarihleri gideceğiniz seneye göre bakmanız gerekmektedir. Benim favori  şehirlerimden  Venediğe kısaca göz atarsak

2

San Marco (St. Mark) Meydanı:

Bütün dünyaca  Venedik özellikle güvercinleri,gondolları deniz yolu ulaşımıyla bilinmektedir.. Ünlü cafelere ve lüks mağazalara ev sahipliği yapan üzeri kapalı galerilerle çevrili büyük bir mermer salon şeklindedir. Meydan, Büyük Kanal’a harikulade güzellikteki Piazzetta’dan açılmaktadır.

Üzerinde San Marco’nun Aslanı ve San Teodoro’nun heykelleri bulunan granit sütunlar, Constantinople (İstanbul)’dan getirilmiştir.

San Marco (St. Mark) Bazilikası:

Cumhuriyetin devlet kilisesi olan Bazilika, oniki havariden birisi olan San Marco’nun kemiklerini muhafaza etmek amacı ile 1063 ve 1073 yılları arasında, Avrupa ve Bizans karışımı bir tarzda inşa edilmiştir.

Rönasans doneminde ve 17. yüzyılda bazı değişiklikler yapılmış olan Bazilikanın süslemeleri olağanüstü derecede etkileyicidir. San Marco Bazilikası’nın, soğan şeklindeki kubbesi, haçın kolları üzerine inşa edilen farklı yükseklikteki küçük kubbeler tarafından desteklenmektedir. Zengin süslemeleri bazilikaya ‘altın kilise’ ünvanını kazandırmıştır.

Yurt dışına yapılan bir seferden dönüldüğü zaman, elde edilen hazineler San Marco’da sanat eserine dönüştürülmüş, bu nedenle duvarlar, mermer ve değerli heykeller ile kalın bir tabaka ile kaplanmıştır.Ön cephe, rengarenk mermer ve heykellerle donatılmış beş adet büyük giriş kapısı ile delinmiştir.

Orta giriş kapısının üzerine, Constantinople (İstanbul)’dan getirilen meşhur dört adet bronz at heykeli yerleştirilmiştir. 1797 yılında Napolyon tarafından Paris’e götürülen dört bronz at heykeli, Fransız İmparatorluğunun sona ermesiyle yeniden Venedik’e geri getirilir. Bazilikanın içerisinin göz kamaştıran süslemeleri, ender bulunan mermerler, porfir ve Bizans ve Rönesans etkisinde altın kaplı fon özerine yapılmış mozaiklerden oluşmaktadır. 12. Yüzyıl taş döşemeleri oldukça süslüdür.

3

Doge (Düka) Sarayı:

Venedik’in bir güç ve şöhret sembolü olan saray, aynı zamanda hem Düka’nın ikamet yeri, hem de hükümetin bulunduğu yerdi. Beyaz ve pembe mermerin oluşturduğu sevimli geometrik şekillerin düzeni ön cepheye vurgulayıcı bir ifade kazardırmaktadır.

Avlu, heykellerle zenginleştirilerek süslenmiş Rönesans stilinin mukemmel bir örneğidir. Ön cephe, değişken ritmik cumbaları ile Venedik tarzı kemerler, sıva ve duvar süslemeleri ile dikkat çekicidir.

Heyet Odası, elçilerin kabul edilme odası olarak kullanılmaktaydı.

Tavan, Veronese ve öğrencileri tarafından yapılan onbir adet resim ile süslenmiştir.

Düka tahtının üzerinde, Veronese tarafından yapılmış olan ve Türklere karşı Lepanto’da elde edilen zafer anısına İsa’ya teşekkürlerini sunan hristiyan deniz komutanı Sebastian Venier’in resmi bulunmaktadır. Duvarlardaki  Venedik Dükalarının portreleri Tintoretto tarafından yapılmıştır.

Senatörler Meclisi salonunun tavanı, Tintoretto tarafından yapılan olağanüstü güzellikteki Venedik’in Kutsalaştırılması ve İsa’nın haçdan indiriliş sahnesi ile süslenmiştir. 52x23m ölçülerinde olan toplantı salonu, sarayın en güzel odasıdır. Duvarlar, Venedik tarihini anlatan resimlerle döşenmiştir; Büyük Meclis salonunda bulunan Tintoretto’nun Paradiso (Cennet)’i, dünyanın en büyük resimlerinden bir tanesidir. Sarayı ile 17. Yüzyıl hapishanesine bağlayan Ponte dei Sospiri (İç Çekme Köprüsü), 1600 yılında üzeri kapalı bir galeri şeklinde inşa edilmiştir.

Aşıkların iç çekmeleri olmayan bu iç çekmeler, mahkumların, köprünün ince kafesli penceresinden belki de hayatları boyunca son kez ve bir an için görebildikleri bir ışığın iç çekmeleridir.

Campanile (Çan Kulesi):

99m. yüksekliğindeki çan kulesinin sadeliği, bazilikanın şaşalı süslemerine büyük bir contrast yaratmaktadır. Tepesine çıkıldığında Venedik’in harikulade manzarası ile karşılaşılır.

10. Yüzyılda inşa edilen campanile, 1902 yılında yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir.

Saat Kulesi 15. Yüzyıla tarihlenmektedir. Kadran ayıları burç sembollerini tasvir etmektedir. Saat kulesinin yukarısında bulunan ve iki adet büyük bronz insan olan meşhur ‘Mori’ler, 500 yıldır saati çalmaktadırlar.

Canale Grande (Büyük Kanal):

15. yüzyılda Fransız yazar Philippe de Commine tarafından ‘dünyanın en güzel caddesi’ olarak adlandırılan Büyük Kanal, Venedik’in en güzel malikanelerine sahiptir.Rialto köprüsünden görüntüsüde büyüleyicidir. – Ponte di Rialto, zarif Rialto Köprüsü, 1588 – 1592 yılları arasında, bir veya daha fazla kürekleri olan harp gemilerinin altından geçebileceği yükseklikte inşa edilmiştir. Büyük Kanalın eşsiz manzarasına sahip, yan yana sıralı sayısız mağazaların bulunduğu ticaret semtinin merkezinde bulunmaktadır.

4

Yaklaşık 2 km. uzunluğunda olan kanalda, ‘Patrici”lerin yaşamış olduğu 200 adet 12. – 18. yüzyıl mermer saraylar yan yana sıralanmıştır.

5

Aslı Çarpar ve Filiz Yılmaz ile kahve keyfi

Sarayların en meşhurları;

Palazzo Corner geç Rönesans dönemi, Cà Grande’de bulunmaktadır

Palazzo Corner -Spinelli, Rönesans dönemi

Palazzo Grimani, geç Rönesans dönemi

Cà d’Oro, “altın malikane”. Venedik’in en güzelidir, geç Gotik dönemi (1440).

Palazzo Vendramin-Calergi, (Rönesans dönemi), 1883 yılında Wagner burada ölmüştür.

Palazzo Dario, Gotik dönemi

Palazzo Rezzonico, heybetli ve çok iyi dengelenmiş geç Rönesans dönemi. Bir 18. yüzyıl müzesine ev sahipliği yapmaktadır.

Palazzo Foscari, 15. yüzyıl Gotik dönemi, Doge Foscari’nin ikamet ettiği yerdi. .

Palazzo Pesaro, bir barok şahaseri (1710). Bugün, güzel sanatlar galerisi ve doğu sanatı mizesi olarak kullanılmaktadır.

6

7

8

9

LAST OPEN CALL FOR VENICE ARCHITECTURE BIENNALE 2016

EVRENSEL PROJE 2016 VENEDİK MİMARİ BİENALİNE SON AÇIK ÇAĞRI..

Untitled

15.si düzenlenecek “Venice Architecture Biennale” bu yıl da dünya çapında bir sansasyon yaratıp ilgi çekmeyi başardı. Gelecek ay sonunda başlayacak etkinliğe dünyanın birçok ülke katılmakta olup Alejandro Aravena’nın tarafından yönetilmektedir. Bienalin teması ‘Reporting from the front ‘ olarak açıklandı.

The 2016 Venice Architecture Biennale, directed this year by Alejandro Aravena, have taken more attention all around the world about the central exhibition and associated projects which will be on display next months end in Venice. 

venedik bienal 2016

scsc

Proje evrensel bir açık çağrı formatındadır. Seçilen çalışmalar ise 28 Mayısdan 27 Kasım a kadar Sverre Fehn Designed Pavilion’da sergilenecektir.

The announcement is accompanied by an open call for completed projects that address these challenges. Selected projects will be displayed in the Sverre Fehn-designed pavilion at the Venice Biennale from May 28th to November 27th 2016.

wcdas

Bianelin bu seneki ana teması ise ‘Reporting from the Front’ (Gelecekten bildirmek) üzerine olup futuristik mimariyi hedef almaktadır. Katılan Mimarlardan çalışmalarında doğal afetler, konut sıkıntısı, göç, kirlilik, eşitsizlik, trafik ve bunun gibi toplum sorunlarına göndermelerde bulunmaları beklenmektedir. Dünyanın dört bir yanındaki insanların yaşam şartlarının iyileştirilmesi için mimarların rolünün araştırılması hedefleniyor.

According to La Biennale, ‘Reporting from the Front’ will form one single show spanning the venues. “Reporting from the Front” will share work from Architects tackling issues relating to segregation, inequality, suburbia, sanitation, natural disasters, the housing shortage, migration, crime, traffic , waste, pollution, and community participation. The living conditions of people around the world aimed to investigate the role of the architects for improvements.

venedik bienal 2016 türk pavyon

 

Yüz yılı aşkın bir süredir faaliyet gösteren Venedik Bienali, dünyanın en seçkin kültürel kurumlarından biri olarak kabul ediliyor.

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu na geçmiş den günümüze kısaca göz atacak olursak..

Türkiye, Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi’nde ilk kez 1991 yılında Beral Madra’nın kişisel çabaları ve TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle yer aldı. Beral Madra, 1991-2001 yılları arasında bienalde yer alan Türkiye sergilerinin küratörlüğü ve komiserliğini üstlendi.

Türkiye Pavyonu, 2003 yılında TC Dışişleri Bakanlığı’nın da desteğiyle bir mekân kiralanmasıyla başlatıldı. 2003 yılındaki ilk Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğü ve komiserliğini de 2007 yılına dek Türkiye’nin Venedik Bienali’ne katılımını sağlayan Beral Madra üstlendi. İlk Türkiye Pavyonu’nda, Gül Ilgaz, Ergin Çavuşoğlu, Neriman Polat, Nazif Topçuoğlu ve Nuri Bilge Ceylan’ın katılımıyla düzenlenen “in Limbo” adlı sergi yer aldı.

2005 yılında Venedik Bienali 51. Uluslararası Sanat Sergisi’ndeki Türkiye Pavyonu’nda, Hüseyin Çağlayan’ın Palazzo Levi’de gösterilen ve Tilda Swinton’ın oynadığı “Olmayan Varolma” adlı video çalışması yer aldı. Serginin küratörlüğünü Beral Madra, koordinatörlüğünü ise Murat Pilevneli yaptı.

Türkiye Pavyonu’nu 2007 yılından bu yana, İstanbul Kültür Sanat Vakfı düzenliyor. Bienale davet edilecek sanatçı ve sanatçıları belirleyecek küratör iki yılda bir değişen Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Danışma Kurulu tarafından öneriliyor.

2007 yılında Venedik Bienali 52. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü üstlenen Vasıf Kortun, pavyon için bir proje geliştirmek üzere Hüseyin Bahri Alptekin’i davet etti. Alptekin’in “Don’t Complain” adlı yerleştirmesi, girişleri yarı kemerli, her biri özgün beş tekil hücreden oluşuyordu.

2009 yılında Venedik Bienali 53. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda küratörlüğünü Başak Şenova’nın üstlendiği  “Lapses/*” başlıklı proje yer aldı. Proje, Banu Cennetoğlu’nun “KATALOG 2009” ve Ahmet Öğüt’ün “İnfilak Etmiş Kent” başlıklı işlerinden oluşuyordu.

Venedik Bienali 54. Uluslararası Sanat Sergisi’nde Türkiye’yi “Plan B” adlı işiyle Ayşe Erkmen temsil etti. Türkiye Pavyonu, Fulya Erdemci’nin küratörlüğünde ve Danae Mossman’ın küratöryel işbirliğinde gerçekleştirildi.

2013 yılında gerçekleştirilen Venedik Bienali 55. Uluslararası Sanat Sergisi’nde Emre Baykal’ın küratörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu’nda Ali Kazma’nın “Rezistans” başlıklı video serisi yer aldı.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla Türkiye, 2014 yılından itibaren Venedik Bienali’nde uzun süreli bir mekâna sahip oldu. Arsenale’de 2014-2034 yılları arasında tahsis edilen bu mekân sayesinde Türkiye Pavyonu, 2014 yılında ilk kez Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde de yer aldı.

7 Haziran-23 Kasım 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde Türkiye Pavyonu’nda küratör Murat Tabanlıoğlu ve proje koordinatörü Pelin Derviş’in sergi ekibinde yer alan Ali Taptık, Alper Derinboğaz, Candaş Şişman, Metehan Özcan ve Serkan Taycan’la beraber hazırladığı Places of Memory (Hafıza Mekanları) başlıklı proje yer aldı.

9 Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilen Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda Sarkis’in eserleri yer aldı.  Defne Ayas küratörlüğünde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı koordinasyonuyla gerçekleştirilenTürkiye Pavyonu sergisi, bienalin ana mekânlarından Arsenale’deki Sale d’Armi binasında yer aldı.

Bu yıl 28 Mayıs – 27 Kasım 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilecek Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda, Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar ve Feride Çiçekoğlu’nun önderliğindeki Hüner Aldemir, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın’dan oluşan ekibin hazırlayacağı; Namık Erkal ile Cemal Emden’in destekleriyle şekillendirilecek Darzanà başlıklı proje yer alacak

Türkiye Pavyonu Sponsorları

Türkiye Pavyonu, TC Dışişleri Bakanlığı ile TC Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde gerçekleştiriliyor.

Uluslararası Sanat Sergisi’nde yer alan Türkiye Pavyonu 2007 yılında Garanti Bankası tarafından desteklenirken, 2009 yılında İKSV’nin kendi imkânları ile yapıldı. 2007’de başlatılan Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Dostları programı 2011 yılında da pavyonun gerçekleştirilmesine katkıda bulundu. 2011, 2013 ve 2015’te sponsorluğu Fiat tarafından üstlenilen Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, 2013 ve 2015 yıllarında SAHA Derneği’nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirildi.

2014 yılında 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde yer alan Türkiye Pavyonu ise Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda, Häfele’nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirildi. 2016 yılında düzenlenecek 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu yine Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğu ve Competenza’nın prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirilecek.

Türkiye’nin Venedik Bienali sergilerinde uzun süreli bir mekânda yer almasını sağlayan kişi ve kurumlar arasında Akbank, Mehveş-Dalınç Arıburnu, Berrak-Nezih Barut, Ali Raif Dinçkök, Vuslat Doğan Sabancı, Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Enka Vakfı, Nesrin Esirtgen, Eti Gıda San. ve Tic. AŞ, Ahu-Can Has, Öner Kocabeyoğlu, MAÇAKIZI, Tansa Mermerci Ekşioğlu, Polimeks Holding, SAHA, Taha Tatlıcı, T. Garanti Bankası AŞ, Vehbi Koç Vakfı, Zafer Yıldırım, Yıldız Holding AŞ yer alıyor.

 

TRIP ADVISES FOR MILANO FASHIONWEEK

MODA HAFTASINDA GEZİ TAVSİYELERİ

Bu kış 24-29 Şubat tarihleri  arasında gerçekleşecek olan Milano Moda Haftası’yla, Londra ve New York Moda Haftalarının ardından gözler İtalya’nın moda başkentine çevriliyor. New York ve Londra’nın çılgın gece hayatından sonra ünlü İtalyan modaevlerinin yeni koleksiyonlarını görmek için Milano’ya gelen stil sahibi moda sevdalıları, şehirde hangi mekanları tercih ediyor merak ediyorsanız işte size bazı adresler…

Nerede Kalınır?

Bulgari Otel

Aristokrat ve ağırbaşlı Milano’da tercih edilen otellerin başında İtalya’nın klasik markası Bulgari Otel geliyor. Şehrin en şık iki alışveriş caddesi Via Montenapoleone ve Via Spiga arasında sessiz bir sokakta bulunan Bulgari Otel, 18. yüzyıldan kalma tarihi bir binanın başarılı renovasyonundan sonra açıldı. 4000 metrekarelik özel bahçesiyle de dikkat çeken otelin konumu da hizmet kalitesi ve lüks konaklama olanakları gibi mükemmel. Özellikle moda haftalarında tanıdık simalarla dolup taşan otelin bahçesine göz atmayı unutmayın sakın!

IMG_1249image1IMG_1210IMG_1209Hotel Principe di Savoia

Milano’nun meşhur meydanı Piazza della Republica’da bulunan otel, zamansız gelenekselliğin 1920ler’den günümüze uzanan elegans bir yorumu adeta.. Dekoratör Thierry Despont tarafından 2009’da yenilenen zevkle döşenmiş odaları, geleneksel İtalyan mutfağından örneklerle ünlü restoranı, romantik bahçesi ve spasıyla otel Milano’nun en iyilerinden. Moda Haftalarında defilelerden sonra daha da hareketlenen The Principe Bar ise otelin en cazip noktası!

IMG_1214IMG_1215IMG_1216IMG_1219Nerede Yenir?

Il Salumaio

Şehrin her daim hareketli ve şık caddelerinden biri olan Via Gesu’de saklandığı arka bahçesindeki konumuyla öğle yemeklerinin vazgeçilmez adresi Il Salumaio, alışverişinize keyifli bir ara verip soluklanırken Milano’nun en seçkin lezzetlerini de tadabileceğiniz bir restoran. Moda dünyasının da müdavimi olduğu bu restoranda harika şaraplar eşliğinde enfes yemekler yiyebilirsiniz.

IMG_1220Pisacco

Geçtiğimiz yıllarda açıldığı günden beri moda ve sanat dünyasında popülerliğini koruyan Pisacco, basit ve sofistike menüsü, modern dekorasyonu ve şaşırtıcı lezzetleriyle çok çekici. Milano’nun geleneksel mutfağının farklı yorumunu denemek isteyenler için birebir.

IMG_1224IMG_1225IMG_1227

Bice

Tipik bir İtalyan yemeğini tipik bir İtalyan ortamında yemek isteyenler yılların ismi Bice’den şaşmamalı! 90 yıllık aile geleneğiyle yoğrulmuş Bice mutfağında Cotoletta Milanese’den (Milano usulü şnitzel) risotto ossobucoya (etli risotto) Milano mutfağının tüm özel yemeklerini denemeniz şiddetle tavsiye edilir!

IMG_1228IMG_1231IMG_1232

Nereye Gidilir?

 10 Corso Como

1990’da İtalyan Vogue dergisinin moda editörü Franco Sozzani’nin kızkardeşi Carla Sozzani tarafından açılan 10 Corso Como, hem otel, hem de  ünlü markalara ev sahipliği yapan çok şık bir tasarım mağazası olarak hizmet veriyor. Modaseverler için adeta bir vaha niteliğindeki mağazada aynı zamanda galeriler, kitap ve dekorasyon butikleri, bir kafe ve bar da bulunuyor.

IMG_1234image3image2Bar Brera

Şehrin tarihi bölgelerinden Bar Brera, sanat galerileri, vintage butikleri, antikacıları, barları, kafeleriyle şehrin bohem hayatından bir kesit sunuyor. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eden bu canlı ortamı yaşamak için Milano ziyaretinizde mutlaka Bar Brera’yı da ziyaret edin!

IMG_1242IMG_1241IMG_1239

Fondazione Prada

Geçtiğimiz yılın mayıs ayında açılan Fondazione Prada, mimarlığını Rem Koolhaas’ın yaptığı bir sanat merkezi. Eski fabrika ve arıtma tesislerinden dönüştürülen binalar farklı tasarımlarıyla dünyaca ünlü koleksiyonlara ve sergilere ev sahipliği yapıyor. Ünlü film yönetmeni Wes Andersen tarafından  tasarlanan kafesi Fondazione Prada’nın kayda değer mekanlarından biri…

image4image7IMG_1246

Milano Moda Haftasında Gezi Tavsiyeleri yazının devamı için www.popvizyon.com a bakabilirsiniz

EERE LANDSCAPES, FROM ISTANBUL

İSTANBULDAN ÜRKÜTÜCÜ MANZARALAR, İnsan hayatı söz konusu olduğunda, hiçbir zaman hesap vermeyen bir yönetim anlayışına sahibiz. Şehri şehir, kentliyi de kentli yapan en önemli unsur kentsel dış mekan yaşantısıdır. Türkiye’nin bir çok şehrinde olduğu gibi göz bebeğimiz İstanbul’da da kentsel dış mekan yaşantısı oldukça zayıftır. Çevremize şöyle bir göz ar-tarsanız bunu görmeniz hiç de zor olmayacaktır. Ayrıca, bunun sadece Boğaz’da değil, şehrin her yanında bulaşıcı hastalık gibi yayıldığını görürsünüz. İstanbul büyüdükçe, geniş alanlara yayıldıkça, bu soruna çözüm bulunması gerekirken, sorun İstanbul!un büyümesine paralel olarak daha çok büyümüştür. Sorunları maddelemek gerekirse tarihsel süreklilik çerçevesinde  çevre kararketi ve çevresel kimlik bozukluğu, insani ölçeğin kaybolmuş olması ilk sıraları alır. Tüm bunların sonucunda da çirkin manzaralar olmuştur. İnsanı insan yapan mekanlarda değil, yaşantıdan uzak yerlerde yaşanılarak yanlış noktalara gelinmiştir.

istanbuldan ürkütücü manzaralar2 copy

Diğer kentlerimizin yanı sıra, dünya güzeli İstanbul’umuzda yaşamak keyif olması gerekirken kabus olmuştur. 1999 yılında yaşadığımız depremlerin ardından yaşanan büyük can ve mal kayıpları, kaçak ve ruhsatsız çarpık yapılaşmalarda, gecekondu bölgelerinde, çoğu denetimsiz inşa edilmiş binalarda meydana gelmiştir. Özellikle bilime aykırı imar planı alanlarındaki bu yapılaşmalarda zemin özellikleri dikkate alınmamış; fay hatları, su havuzları, heyelan bölgeleri yapılarla doldurulmuştur. Türkiye’de 1940’lardan bu yana, plansız yapılaşmanın hakim olmaya başlaması sonucu deprem felaketleri ve doğal afetler kaçınılmaz olmuştur. İmar planı olmayan ve imara açılmaması gereken bölgeler siyasi kararlarla yüksek katlı yapılaşmaya açılmıştır. İmar afları, depreme davetiye çıkaran kaçak ve ruhsatsız yapılaşmaya, plansız kentleşmeye ve çirkin manzaraların oluşmasına ön ayak olmuştur.

istanbuldan ürkütücü manzaralar3

Daha önce de bilim adamları , meslek odaları, üniversiteler tarafından, özellikle İstanbul’un Türkiye’nin en önemli deprem kuşaklarından birinin üzerinde olduğu bilinmesine rağmen, önlemler alınamamıştır. Ne yazık ki fatura ağır olmuştur ve kayıplarımız oldukça fazladır. Kayıplarımızın önemli bölümü ise aslında bir doğal afete ya da depreme değil, bina-kötü zemin olarak formüle edilen bir anlayışa kurban gitmiştir. İnsan hayatı söz konusu olduğunda hiçbir zaman hesap vermeyen bir yönetim anlayışına sahip ve bu çeşit felaketlere maruz kalınan ülkemizde, bu imar düzeninin tek sorumlusu sadece deniz kumu kullanan müteahhitler değil, imar aflarının yasallaşmalarına sebep verenlerdir. Bu sistem ya da sistemsizlik, vurguncu inşaat sektörünün eşşiz çirkinlikte ve ayakta zor duran binalar yapmasına izin vermiştir.

istanbuldan ürkütücü manzaralar4

Bahsi geçen sistem ; plan ve yönetmelik denetiminden yoksun çevreye, en başta da insana ve insan denetiminden yoksun çevreye, en başta da insana ve insan sağlığına duyarsız düzenin tek sorumlusudur. Bu sisteme çözüm ise imar reformunu gerçekleştirmek ve imar konusunda ne olursa olsun taviz vermemektir. Bu konuda taviz verenler kim olurlarsa olsunlar, mutlaka cezalandırılmalıdırlar. Ayrıca, meslek odalarına kayıtlı kişilerin de sorumlulukları çerçevesinde, görevlerini yerine getirmedikleri taktirde meslek odalarından çıkarılmaları gerekmektedir. Günümüz mimarına gerekli yetki ve sorumluluk verilmelidir. Günümüz mimarı hasara uğramış çevreyi onarmak amacıyla bazı temel hedefler seçmelidir. Bu hedefler, çevreye karşı yitirilen insani ölçeği yeniden kazandırarak, çevreyi yapılar ve dış mekanlar ile bir bütün şeklinde görerek ve kentsel dış mekan yaşantısını canlandırarak gerçekleşmelidir.

istanbuldan ürkütücü manzaralar5

Yeniden yapılanma sürecinde her şeyden önce İstanbul’un çarpık, dengesiz ve kötü yapılaşmasını düzeltecek imar reformu gereklidir. İmar afları ve denetimsiz yapılanma, depremin ve çarpık görüntünün temel  nedenleridir. Bu nedenlere bağlı olarak hiçbir şekilde taviz verilmemelidir. İnsan hayatının sağlıklı,düzenli ve hak edilen bir şekilde yaşanabilmesi için ve yine geleceğe, sağlıklı ve güvenle yaşanabilecek bir çevre bırakabilmek; doğru davranabilmek adına gerekli olan psikolojik yapıya sahip bir toplum seviyesine ulaşabilmek için bu gereklidir, hatta şarttır.

istanbuldan ürkütücü manzaralar-1

istanbuldan ürkütücü manzaralar-2

ISTANBUL CHURCHES FROM PAST TO PRESENT

İSTANBULDAN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KİLİSELER, İstanbul Tarihi Yarımada’da Bizans İmparatorluğu Dönemi Tanıkları  Kiliseler

Bu sayımızda yazımda İstanbul Kültür Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü Araştırma Görevlisi Sinem Dışkaya’nın “İstanbul Tarihi Yarım Adada Bizans İmparatorluğu Dönemi Tanıkları Kiliseler” Yüksek Lisans Tezine yer vermek istedim: Bizans İmparatorluğu çökmekte olan Roma’nın yerine daha sağlıklı ve uzun sürmesi istenen yeni Roma düşü ile oluşturulmuş bir imparatorluktur. Yeni devlet, Roma’nın devlet yönetimi, şehir kuruluş sistemi, sanatı ve kültürü gibi birok kurum yapısını kendine örnek almıştır. Bizans İmparatorluğu bin yıllık egemenliği süresince, Hıristiyanlığın belirleyiciliğinde, Roma, Grek ve Doğu etkilerinin çerçevesinde, kendi damgasını vurduğu sanatını oluşturmuştur. İmparatorluğun doğu bölgesini yöneten Licinius bölgede Hıristiyanların büyük bir çoğunluk oluşturduğunu görmüş ve  313 yılında Hıristiyanlığı özgür kıldığını belirten bir bildiriyi Nicomedia’da yayınlamıştır. Aynı yıl İmparatorluğun batısını ele geçiren Conctatinus ile Licinius, Milano’da birbirlerinin yönetimini tanıtmak için buluşmuşlar ve Hıristiyanlığı özgür kılan bilgirgeyi yayımlamışlardır [1]. Büyük Theodosius ise 380 yılında Hıristiyanlığı devletin tek geçerli dini olarak ilan etmiştir [2]. Milano bildirgesiyle özgürlüklerine özgü dinsel yapılarını gerçekleştirmeye girişmişlerdir. Kiliseler, vaftizevleri, martyrionlar bu coşkunun mimariye yansımasını oluşturmuştur. İmparatorluğun kültür ve sanat ürünlerinin hem sayıca, hem de değerce en önemlileri Byzantion’da (İstanbul) toplanmıştır. Constantin’in yaptırdığı büyük kiliseler, belirli bir tipe göre yapılmamış olmakla birlikte, genellikle Roma  bazilikalarından etkilenmiştir.Bu planlamalar sonraki dönemlerde evrensel olarak kullanılacak  olan klise mimarisi şemasını oluşturacaktır. İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlılılar tarafından  birçok kilise ve benzeri yapı camiye çevrilmiştir. Günümüzde İstanbul kenti Asya’yı Avrupa’ya, Doğu’yu Batı’ya bağlayan ve kendi adını taşıyan (Boğaziçi denilen eski adı ile Bosporus Trakhios) bir boğazın iki bölüme ayırdığı geniş bir toprak parçası üzerine yayılmaktadır.

kiliseler1 copy

Eski kent ise, günümüzde kenti ikiye bölen boğazın batı yakasının güney ucunda yer alan ve ” Tarihi Yarımada ” olarak tanınan, üçgen bir yarımada üzerine kurulmuştur. Bu yarımada üzerinde bulunan Bizans Kiliseleri, inşa edildikleri dönemin tüm özelliklerini sergilemekte aynı zamanda geçirdikleri değişim-gelişimleri izleme, saptama açısından Bizans mimarisinin karakteristik örneklerini oluşturmaktadır.Bizans mimarisi başlangıçta ilk çağın mimari tiplerinden faydalanmış ve bunları yeni amaçlarına uydurmasını bilmiş, bir çağrış, bir toplantı yeri olan bazilikayı hıristiyanlaştırarak kilise haline getirmişlerdir. Tarihi süreç boyunca Hıristiyan dini kendi iç enerjisiyle yaşayan ve büyüyen bir din olmuştur. Bir din için en önemli iki unsur olan özgürlük ve güven unsurları ise Constantinus  tarafından sağlanmıştır. Böylece, Roma dünyasının kiliselerle kaplandığı ve giderek büyüyen Hıristiyan topluluğunda yoğun bir tanrıbilimsel etkinliğin geliştiği görüldü. İlk kez olarak, imparator vaftiz edildi ve devlet, kilisesinin iç işleriyle ilgilenmeye başladı. [4]. Consrantinus’un, yaptırdığı büyük kiliseler, belirli bir tipe göre yapılmamış olmakla birlikte,söz konusu kiliselerde genellikle ilk Hıristiyan bazilikalarının etkisi görülmekteydi. IV-VI yy.da Bizans kendi mimarlığını aramaktaydı. Bina tipleri, Geç Roma Dönemi tipi kiliselerdi. Uzunlamasına dikdörtgen planlı bazilika tipi yapılar, içi iki sütun dizisi ile üç nefe ayrılmıştı, ortadaki nef yandakilere oranla daha genişti ve narteks adı verilen holden oluşuyordu. Bunun iki yanındaki merdivenlerden yan neflerin üstünde yer alan ve kaldınlara ait olduğu bilinen galerilere çıkılıyordu. Bu bazilikaların üstü, çift eğimli ve kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülüydü. Bu basit ve yalın kilise tipinin örneklerinden biri de V yy.da yapılmış olan ve Constantinople’da ayakta kalan en eski kilise olarak bilinen, Samatya ile Yedikule arasındaki Hagios Studios Manastırıdır. Günümüzde yıkı durumunda olan yapının geniş bir orta nefi, her iki yanında ise birer yan nef bulunmaktadır. Orta nef yan neflerden daha yüksektir.Yan neflerin üzerinde galeriler bulunaktadır, ancak galeri katına çıkan merdiven yıkılmış olduğundan yeri saptanamamıştır. 18.yy daki yangından sonra girişe göre sağ taraftaki sütunlar kaldırılmış, ahşap çatıdan da günümüze hiç bir iz kalmamıştır. Bizans tarihinin en parlak dönemi, bayındırıcı ve sanat destekçisi olan imparator lustinianos’un ( 527-65) yönetimi altında geçen dönemdir.Bizans mimarisinde Ayasofya’nın yapımı ( VII yy. ) ile altın bir dönem açılmış, basit bazilikal plan yerini merkezi kubbeli bazilikaya bırakmış ve Bizans kilisesi kendi anlayışına uygun bir kilise şeması geliştirmiştir. Merkezi planlı yapıların düzeni, kubbeli bazilikaların en görkemlisi olan Ayasofya’da orta nefin üst mimarisinde ve ana mekanda görülmektedir. Dış narteksi, çapraz tonozlarla örtülü geniş bir ana narteks izlemekte, iç kısım ise sütın dizileri ile üç nefe ayrılmıştır. Ora nefin üstünü dört payeye oturan kubbe örtmektedir.

kiliseler2 copy

Ayasofyanın dış görünümü ve apsise doğru bakış Galeri katına kadar olan kısım “yeryüzünü”, onun üzerinde bulunan pencereler, yan neflerin üzerindeki pencereli bölümler kube, ışıklar ve mozaiklerle gökkubbeyi, “tanrısal evreni” simgeleyecek şekilde süslenmiştir. Yer ve gök birbirinden ayrılmak istenmiştir. Bazilikal planın dışarıdan algılanması için yan nefler alçak, orta nef yüksek tutulmuş ve dışardan da algılanacak şekilde yapının dış yüzü oluşturulmuştur. Bazilikal planın Tanrıya giden bir yol olduğu belirtilmiştir. Dış yüz dünyaya, iç yüz Tanrıya ait kısım olduğundan, dış yüzde sadelik iç mekanda ise süslemeler hakimdir. Yuvarlak bir ana mekan oluşturacak biçimde inşa edilen bu binalarda mekanın üstü, yapının bütününü kaplayan bir kubbe ile örtülmüştür. Bu tipin en yalın örneğide kubbe, sekiz köşeli bir plana göre inşa edilen dış duvarlara oturur. Bu tipin  güzel bir örneği Sergios ve Bakhos Kilisesi ( Küçük Ayasofya Camii) dir. Dış duvarları, pek düzgün olmayan bir kare oluşturan yapının 8 paye ile oluşturulan sekizgen bölümü basık ve dilimli bir kubbe ile örtülmüştür.Bu orta mekan doğu yönünde ileri doğru uzanan ve dışarı taşan bir apsise sahiptir. Revak beş bölüme ayrılmış ve her bölümün üstü bir kubbe ile örtülmüştür. Ortada kalan bölüm cephede yükseltilerek hem cephenin monotonluğu giderilmiş, hem de esas girişe işaret edilmiştir. Bizans tarihinde yedinci yüzyıl en karanlık dönemlerden biridir. 726 ortaya çıkan ve kiliselerin dini resimlerle süslenmesini yasaklayan bir akım olan, ikonoklazma (tasvirlerin tahribi, kırılması dönemi) döneminin etkisiyle sade yapılı kiliseler inşa edilmiştir. İkonoklazma döneminin 842’de bitmesi ile başlayan orta dönem, Bizans tarihinde ikinci parlak devir olarak bilinmektedir.Bu dönem dokuzuncu yüzyıldan 1204 ‘de IV Haçlı Seferi’nin Bizans’a yönelmesi ve İstanbul’u ele geçiren Latinlerin bir Latin İmparatorluğu kurmalarına kadar sürmüştür.Makedonya ve Komnenoslar dönemine rastlayan bu dönem Bizans’ın ilk rönesans devri olmuştur. [9] Karanlık dönemdekinden farklı olarak bu dönemde dinsel yapılarda küçük boyutlar kullanılmış ama dış çizgilerin zarif, ölçülerin uyumlu olmasına önem verilmiştir. Tasarımda Hristiyanlığın simgesi olan haç artık kilise planı olarak seçildi.Kasnak üzerine kubbeyi yerleştirerek, yükselerek Tanrının evrenini simgelemişlerdir.Ayrıca Kilisenin ikonoklazmaya karşı kazandığı zaferden duyulan coşku ve bunun itici gücü, Hıristiyan sembolizminin bir anda sanat dünyasını kaplamasına yol açmıştır. Apsisin de en uçta ve doğuda olması ile Tnrı’ya ulaşma geleneği sürdürülmüştür.

kiliseler3

Tarihi Yarımada içerisinde Laleli’de bulunan Myrelaion Kilisesi (Bodrum Cami) bu örnekte olan yapılardan biridir. İlk dönemde haç kısmı yükseltilmiş, köşelerdeki küçük kubbecikler alçak bırakılarak dışarıda da plan tipi algılanmıştır. Bina tipi dörtgen içinde haçvari kilise planı ve bir kasnak üzerine oturulmuş kubbe sisteminden oluşur. Yan payandaların yanında taşıyıcı sistemi  güçlendirmek için ayaklara ve kemerlere yer verilmiştir. İlk dönemlerde, dış cepheler yalın iken bu dönemde süslemeler ortaya çıkmakta, iç mekanda da renkli zengin süslemeler dikkat çekmektedir. Yüksek bir kripta üzerine kurulmuş olan kilisede, dört sütunlu Yunan haçı planı açık bir şekilde algılanır.Narteksi izleyen naos,  dört narin payenin yardımıyla oluşturulmuş bir Yunan haçı biçimindedir. Kubbe kasnağına açılmış sekiz büyük pencere, iç mekanı daha aydınlık kılmakta ve göğün Tanrının ışığını içeriye almaktadır. Özel biçimli tuğlalar ile örülmüş taşıyıcı ayaklar iç mekana göze çarpmazken, dışarıdan algılanmakta ve cephenin hareketliliğini de arttırmaktadır. Bu dönemde kiliselerin mimari oluşumunda en önemli bölümler gökyüzünü simgeleyen kubbe, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki bağıntıyı sağlayan sembolik unsurlar olan padantifler ve Hıristiyanlığın özünün sembolü diye nitelendiren bema kısımlarıdır. Apsis yeryüzü kilisenin sembolüdür. Narteks ise daha dünyasal karaktere sahip bir hazırlık mekanıdır. Palailodoslar döneminde Bizans mimarisi son bir rönesans devresi yaşamıştır.Bu dönem bir artakalış, bir can çekişme olmuş; bir diriliş olmamıştır.Bu dönemde sanat kilisenin  sert kurallarından sıyrılmış ve dinsel konuları daha özgür bir biçimde yorumlamıştır.Antik şekilli bazilikal kilisenin, taş-tuğla cepheler,kasnaklı kubbelerin yükselişi gibi özellikleri vardır. Genelde cephe mimarisi önemsenmiş, cephelerde pencere boyutları artmış, doluluk boşluk oranları değişmiş,pencere yüzeyleri büyümüştür. Son Bizans döneminin mozaik ve freskolarıyla en görkemli resim koleksiyonunu oluşturan  Khora Manastır Kilisesi ( Kariye Cami ) bu dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. Sonuç olarak; İstanbul Tarihi Yarımada’da bulunan Bizans kiliselerine bütün savlara karşı, öncelikle dinsel açıdan bakıldığında, işlevsel olarak mimari özellikleri korunmuş ve din dışı yapılara dönüştürülmeyip dinsel tapınma özelliğine uygun yapılar olarak kalmış, camiye ya da müzeye çevrilerek kullanıma açılmışlardır. Günümüzde çoğunluğu harabe halinde olan ve bu nedenle kullanılamayan Bizans kiliselerinin restitüsyon projeleri hazırlanarak kısmi rekonstrüksiyonları yapılabilir ve bulundukları alanlar düzenlenerek açık hava müzeleri şeklinde  -yeni statü ile- ziyaret  güzergahı yapılarak günümüzde giderek önem kazanmaya başlayan inanç turizmine açılabilir…

kiliseler-1

2

Kaynaklar

  • [1] Simson, Macel, Civilisation de L’antiquite’et le Christinisme, Paris: Anthaud, 1972, s.244-245
  • W.Haussig,Historie de la Civilisation Byzantine, Paris: Jules Tallandier, 1971,s.37
  • [2] Ostrogorsky, Georg, 1986, Bizans Devlet Tarihi, (çev.Fikret Işıltan), Ankara,TTK, s.49; Haussig, a.g.e, s.99
  • [3] R.Janin,Bizans İstanbul’u, 1950, s.66
  • [4] Lemerle, P., 2004, Bizans Tarihi, (çev.Galip Üstün ), İstanbul, İletişim yay., s.25
  • [5] Milligen, A.von, 1912, Byzantine, Churches in Constantinople, London, s.212-217
  • [6] Grabar, A, 1966 L’Age D’or De Justinien, Gallimard.
  • [7] Eyice, S., 1995,İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul Türk Tarih Vakfı Yayınları.
  • [8] Yerasimos, S., 2000, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul
  • [9] Yıldız, H.Dursun. 1982, Anadolu uygarlıkları ansiklopedisi, İstanbul, Görsel yay.,s.453-58
  • [10] Müller, W., 2001, İstanbul’un Tarihi Topoğrafyası, YKY

HISTORIC SITES OF ISTANBUL IN NEED OF PROTECTION

İSTANBULUN KORUNMASI GEREKEN TARİHİ ESERLERİ

Türkiye,kültür ve doğa varlıkları açısından zengin mirası olan bir ülkedir.24 Şubat 2004 tarihinde Ritz Carlton Otel’inde Vip Organizasyon tarafından düzenlenen panele gelen dünyaca ünlü mimarlar,İstanbul mimarisinin önemini açıkça vurgulamışlardır.Ben de onlara katılıyor ve bu ayki yazımda ‘’İstanbul ‘un korunması gereken tarihi eserleri’’ ne değinmek istiyorum.

1266 baz mimari-1
Geçmiş ve gelecekle aramızda bir köprü kuran tarihi eserlere karşı daha duyarlı olmamız gerekmektedir.Gelecek kuşaklara bırakılacak bu mirasın korunması önemlidir.
Genel anlamıyla anıtlar;mimari,bilimsel ve kültürel özellikleri olan yapıtlardır.’’Gayrimenkul eser anıtların korunması ‘’ deyimi ise bunlarla ilgili restorasyon,rekonstruksiyon, renovasyon gibi müdahelelerin hepsini kapsayan bir söylemdir.

266 baz mimari-1
Arkeolojik eserleri ve muhteşem anıtlarıyla geçmişi bin yılları aşan evrensel güzellikleri barındıran,İstanbul,tarihi eserler açısından en öenmli dünya kentlerinden biri olma özelliğini taşıyor.Boğaz çevresindeki sarayları ve yeşil dokulu mimarisi ile olağanüstü güzel bir kompozisyona sahip olan bu şehrimize özen göstermeliyiz.

21111166 baz mimari-2
Yıldırım Beyazıt ve II. Mehmet’ in yaptırdığı Anadolu-Rumeli Hisarları,mimarlık kültür hazinesinin seçkin yapıtlarıdır.Kentin Asya bölümündeki Üsküdar, Selimiye ve Mihrimah;anıtsal külliyeleri,ahşap evleri,tekke ve türbeleriyle önemli yerleşme alanıdır.Lale Dönemi çeşmeleri bulundukları yerle özdeşleşmişlerdir.

1111266 baz mimari-2

111266 baz mimari-2

Aksaray Yedikule yolu üzerinde yükselen Arkadius sütunu,eşsiz Ayasofya, Yerebatan Sarayı gibi eserler, Ortaçağ mimarisinden günümüze taşınan eserlerden sadece bazılarıdır.Tophane ve Üsküdar Meydanı çeşmeleri adeta birer sembol olmuşlardır.Hamamlar,Osmanlı saraylarının ayrılmaz parçalarıdır…Bu eserleri üç grupta toplayabiliriz.

a266 baz mimari-1

AA266 baz mimari-2

DURING UE ARCHITECTURE.

AB SÜRECİNDE MİMARLIK

Son yıllarda biz mimarların ve Türkiye’nin gündemi Avrupa Birliği. Bu zaman dilimi içerisinde ülkemizde mimariyi ilgilendiren düzenlemeleri yeniden yapılanmayı, proje üretmeyi biçimlendirmeyi aramızda konuşarak çözmeye çalışıyoruz. Ancak sorunları çözmeye çalışmak çözmek anlamına gelmiyor. Proje hizmetleri konusunda sıkıntılarımız var… Mesela tarihi eserleri yenileme koruma tasarımı okullarda iyi niyetle çalışmalar araştırmalar yapılmasına rağmen istenildiği gibi uygulanamıyor. Sebebi politik. ekonomik, mimari olarak gerekli bütünlüğü sağlayamamış olmamız. Bu önemli zincirler arasında kopukluklar söz konusu… Düşünün bir kez kentsel tasarım yenileme ve koru­manın mimariden restorasyondan ayrı düşünülmesi nasıl mümkün olabilir. Olursa sonuç ortada. Hepsi bir bütün ayrı düşünülemez. Bu durumda mimarların uzmanların belediyelerin politikaların birbirini destekleyici bir zincir içinde olması gereklidir. Hala ne yazık ki yabancı mimarlara ihtiyaç duyuyoruz. Bir bütünlük destek yeterli olmadığı için biz mimarlar bir araya gelseler bile mimaride kopukluklar yaşaması önlenemiyor. Biz mimarların politik ortamda desteklenmesi ve zincirin halkası olması şart. Düşünün bir kez; seçim sıralarında politik çevrelerce imarı olan arsalarla kentsel koruma yenileme tasarıma uygun projelerin birbiriyle paralel gitmesi gerek. Gitmediği zaman sonuç çarpık kentleşme… En basitinden depreme yönelik yapılandırmalarda bile projeler nasıl bir düzen içerisinde ve bütünlük içerisinde yapılacak karar verilemiyor. Deprem ile ilgili hazırlıklarda bile projelerin yazışmalarında bile Mimarlık yok ..! Mimari ne zaman devreye girecek karar verilemiyor. Bu detaylar bütünlüğü birbirine bağlayan önem­li detaylar… Kendi ülkemizin kendi kişiliğine uygun politikalarına uygun mimari projelere girmekten bahsediyoruz. Ama hala tam bir bütünlük söz konusu değil. Gerçek şu ki AB sürecinden önce tüm bu gelişmelerin olması gerekiyordu.AB süreciyle birlikte bu konulara çözüm getirmezsek bunların değişmesi mucize… AB Ülkelerinde önerilen standartlara ulaşmak için kentsel gelişiminden yola çıkarak Mimariyi düşünmenin dışında ta­rihi eserleri korumamız Türkiye’deki inşaatlardaki standartlardaki yapı güvenliğini sağlamamız kaçınılmaz. AB Sürecinde tüm bu kopuklukların toparlanması şart… Ancak bugüne kadar alışkanlıklarımızdan dolayı Avrupa Birliğinin sancılı geçmesi de kaçınılmaz Her devlet vatandaşlarını meslektaşlarını korumak, buna hazırlamak için destekleyici ortamlar hazırlamakla yükümlüdür. Aksi takdirde bu ülkenin mimarları olarak yeterli standartları sağlayan projelerde olmamız çok zordur. Bu da gösteriyor ki ekonomik, politik ve mimarinin bir bütünlük içinde olması gerekiyor. Mimarinin sadece barınmak olmadığını farkına varıp mimarinin gelişmesini engelleyen neden­leri ve yetersizliğin karmaşıklığını ve kalitesizliğini engellemeliyiz. Bu faktörler gelecekteki mimarimizi olumsuz etkilemesinin en başlı nedenlerindendir. Bunların gelişmesini engellemek, kaliteli bir yaşam standartına ulaşmak her vatandaş ve devletin her ferdi gibi görevimizdir. Aksi takdirde AB Süreci sancının dışında bizim için oldukça zor geçecektir…

AB sürecinde mimarlık

COLOR İSTANBUL

ISTANBULU RENKLENDİRİN. UIA MIMARLIK KONGRESİ İLE İSTANBUL’U renklendirenlerden 2005 UIA kongre başkanı SUHA OZKAN ile hoş bir sohbet gerçekleştirdik.
UIA 2005 MİMARLIK Kongresi Türkiye Mimarlar Odasının ev sahipliğinde dünyanın dört bir yanından ortalama 10,000 mimarı bir araya getirerek gerçekleşti. 1999 yılında Çin’in Pekin kentinde gerçekleşen UIA Kongresinin 2005 durağının dünya güzeli şehrimiz İstanbul’da olması biz mimarları çok mutlu etti. Bu sebepten bu ayki yazım da 3-7 Temmuz istanbul’da XXII Dünya Mimarlık Kongresinin 2005 başkanlığını yapan Suha Özkan’la gerçekleştirdiğim hoş ve keyifli sohbeti sizlerle paylaşmak istedim. Belki bu paylaşımla mimarlığa gösterilecek hassasiyetin artırılmasında benimde çorba da bir tuzum bulunur..
Özellikle öğrenmek istediğim, merak ettiğim mimarlık hassasiyetinizin özellikle bilinç altınızda neye dayanıyor olduğu?

-Onu bilemiyorum. Psikiyatrisin bulup çıkarması gerek Mimarlık eğitimine bilerek gitmedim. Ancak 1962 yılında ODTÜ’de 3 bölüm kazandım. Mimarlık mühendislik, şehircilik vs. araştırma sonucunda birdenbire mimarlığı sevdiğimi farkettim. Bunun sonucunda 3 bölümden mimarlığı seçtim. 1967’de üniversiteyi bitirdim… 1969-82’ye kadar olan zamanda uzun süre akademik kariyer yaptım. ODTÜ’de öğretim görevliliğim sırasında Üniversite konseyine seçildim. Ve dekan yardımcılığı yaptım. 1970 yıllarında ODTÜ Rektör yardımcısı Ağa Han mimarlık ödülleri yönetimine girdim. 23 yıldır yaptığım Ağa Han Mimarlık ödülleri ödül yönetimindeki görevimde eleştiri yerine pozitif perspektifden baktığımı güzellikleri bulmanın yanı sıra en önemli noktanın sevgi olduğunu fark ettim. Ayrıca Ağa Han mimarlık bana çok güzel olanaklar sağladı.. Görmediğim gitmediğim ülke kalmadı 2002 yılında Mimarlık odasından UIA Kongre başkanlığından teklif aldım. Bende kabul ettim. Hoşuma gitti. Kongre amacında hem Türkiye hem mimarlar hem de yüzyılı yakalamak vardı. Geçen yüzyılın başında politik çıkarlar yüzünden milyonlar birbirinden nefret etti birbirini öldürdü. Oysa 1968 yılında insanlığın sahip çıktığı çok güzel değerleri ret etmek aptallık olurdu. Çevreyi, doğayı, tarihi eserlere sahip çıkalım koruyalım. Mozaik gibi çalışsın her şey. Herşey de eşitlik olsun  20 Yüzyılın özlem duyulan değerlerini kongrenin içinde olsun İstanbul’a özgü bir kavram entelektüel bir kapalı çarşı yaratalım içinde. Pazar yeri, evrensel tüm renkler olsun… Bu fikri belediyeler de çok sempatik buldu. Kongrede 105 sergi, 46 ulusal sergi, dünyanın çeşitli yerlerinden 28 ünlü mimar Tado altın madalya alan bir mimar ve konuşmasında insanların mimarlığa olan açlığını göreceksiniz. Bu kongreyi birçok firma destekledi şansımız yaver gitti.

Siz, bu kongreden sonra İstanbul’da nasıl bir değişim bekliyorsunuz.?

-Çok şey hemen değişmeyecektir. Her amaç uzun yolculukta bir adımla başlar Nereye adım atacağınız önemlidir. Kongrenin böyle bir bilinç getireceğini bekliyoruz. İstanbul’un % 75’i mimarsız gerisi ise kötü inşaattan oluşmuştur. Bu kongreyle birlikte sorumluluğu mimarlardan bekliyoruz. Çirkinleşen İstanbul yalnız değil. Kahire, Bombay, vs. hatta onlara göre iyi durumdayız. İstanbul’un sorunu kötü niyetle değil ancak ekonomik imkansızlıklardan ötürü sahipsizliktir. Beyrut, Tunus Kahire’de olduğu gibi ..

Kongredeki “Türk mimari ofislere giremedi” spekülasyonları için yorumunuz nedir?

– Bu uluslar arası bir kongre bizim kontrolümüzde değildi. Kongre mimarları kapılarda polis gibiydi.

Türk mimarlarının yabancı mimarlara gerek yok düşüncesine karşın İnşaat firmalarının yabancı mimar seçimi hakkındaki düşünceleriniz neler?

– Türkiye’de Türk mimarlık büroları Kompleks binaları tasarlayacak noktaya gelmediği için büyük uluslaarası firmalarla beraber çalışıyor. Önemli olan doğru firmalarla beraber çalışmak. 1940-50 yıllarında Hindistan Le Corbusier ile çalıştı bu sebepten mimarlık düzeyi Hindistan’ın yüksek.

UIA için Türkiye’ye gelen mimarların objektifinden İstanbul’a ortak çözüm nedir?

– Bu kongrenin amacı İstanbul’a çözüm değildi. Kongrenin amacı kentleri genel olarak incelemek tartışmak sorunlara çözüm üretmekti. 100’lerce çözüm arasında İstanbul’a uygun olanını bulmak.

Bu kadar çok mimar tanımak nasıl bir duygu.?

-Buraya gelenler dostum olduğu ve aynı zamanda işimden dolayı onlarla beraber çalıştığım için çok güzel bir duygu. Herkesin onun kadar mimariye hassasiyet göstermesi ve çalışma yapması İstanbul kadar Türkiye’nin mimari kişiliğini kazanması ve korunması adına çok önemli olduğu için. Bu yazımın sonunda Süha Özkan beye mimariye gösterdiği hassasiyetten ve çalışmalardan dolayı ve bu hoş sohbet için tekrar teşekkür etmek istiyorum. Söylediği ve temenni ettiği gibi inşaatlarda mimarlara verilen sorumluluğun artması biz mimarların temennisi …

ss aqwq