INTERVIEW OVER İSTANBUL ARCHITECTURE AND BIRD HOUSES WITH ‘ POET ARCHITECT’ CENGİZ BEKTAŞ
‘OZAN MİMAR’ CENGİZ BEKTAŞ LA İSTANBUL MİMARİSİ VE KUŞ EVLERİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Doğaya ve hayvanlara duyduğu sevgiyle, empatiyle, doğanın dengesini bozmamak adına kuş evlerine olan hassasiyetiyle tasarladığı projelerinin yanı sıra şiir kitaplarıyla tanıdığımız ‘Ozan Mimar’ Cengiz Bektaş ın İstanbul un mimarisini kurtarmak için önerilerini soluksuz okuyacaksınız Sadece Archisections.com da yayınlanan röportajını hem seveceksiniz hem düşüneceksiniz!
“Türk Evi” kitabınızda özellikle üzerinde durduğunuz bir konu var. Mimarlığın”göz hakkı, hava hakkı yemeden” yapılması gerektiğinden bahsediyorsunuz. Sizce günümüz yapıları ne derece bu kavramlara uygun inşa ediliyor?
Bana verilen ödülün öğrenci bölümü vardı. Bu sene de ben jüri üyesiydim. Orada bakıyorum bütün projelerin hepsi aynı, kapitalizm ne istiyorsa ona yönelik projeler yapılmış. Bundan çıkış ancak bilinçli bir davranışla olabilir. Yarışmada 20 projenin neredeyse tümünde bir kütleye çelikten bir gömlek giydirilmiş. Gökdelen icat edildiğinden beri planı hiç değişmemiştir,ortada bir çekirdek vardır, çevresinde de kolun kesiti gibi et vardır. Başka bir şey yapamazsınız çünkü dengeyi bozarsınız. Örneğin kütleler yapıyorlar dörte bölüyorlar, üçü güneş alıyor birisi karanlıkta kalıyor. Yapılış amacı farklı bir şey yapmak için yapmak… Veyahut da bir gökdelen yapıyorlar yarısı mavi yarısı yeşil, farklılık yaratmak istiyorlar fakat plan değişmedikten, işlev değişmedikten sonra hepsi aynı…
İstanbul’da bu denli kültürden uzak, ticari,pragmatik kaygı temelli yapıyı inşa edenler de mimar! Mimari anlayış hakkındaki bu zıtlık sizce neden kaynaklanıyor?
Birçok iyi eğitimli insan kötü mimar oldular. Çünkü tasarımda üç boyutlu düşünmek gerekir yani oylumu tasarlarsınız planı değil. Bunun bir takım oyunlara çevirdiler, kağıt bükme vs. gibi hayır bu değil. Örneğin Arata 15 yıl fotoğraf çekiyor daha sonra mimarlığa başlıyor. İlk yapıları iyi fakat ben olduğu yapmazdım. Örneğin bir uzun koridor tasarlamış, 90′ lik açılar ile dönerek mekanı dar koridorlar içinde geziyorsunuz. Bir anda yerin dibinde bir anda üstünde hissediyorsunuz. Örneğin ben tek mekanda çalışıyorum, 6 kişiden fazlayla da çalışmadın. Bazı kişiler 60 kişi 100 kişi çalışıyor. Bu mimarlık değil, menajerlik. Bunu bizden önce yaşadı Japonlar. Öreneğin Kikutavi var, bir makalesini okudum. Bir dönem 180 kişi çalışıyor bürosunda, fakat bir sabah geliyor özür diliyor ve burada mimarlık değil menajerlik yaptığını söylüyor, herkese iş bulacağını da ekiliyor. Çünkü bir mimar en fazla 3 kişi, bu 3 kişinin yardımcısı ve ofisteki elemanları da düşünürsek en fazla 15 kişi ile çalışabilir. 100 kişiyle çalışmaya kalkarsanız adlarını bile bilemezsiniz, böyle bir mimarlık mümkün mü?Şuan var mı İstanbul’da opera-bale izlemek için güzel bir mekan? Şuan Afrika ile İstanbul’da yaşamak arasında ne fark var radyo, televizyon bu kadar. Operayı bırakın tiyatro bilen, giden pek az insan var.Bu yıl ben tiyatro ödüllerinde jürideydim.Türkiye’de şuan tiyatrocu gençler sabahları garsonluk akşamları tiyatro yapıyorlar. Tiyatro yapmak için garsonluk yapmak gerektiğini kendileri söylediler. Böyle bir ülkeden nasıl doğru düzgün mimar çıkabilir?
Birazda sizinle birlikte eğitim alan öğrencilerden konuşalım, onlar nasıl mimar olur?
Benden eğitim almış olanlar hayatta bedbaht olanlardır. Benle çalışmış biri çok açık bir şey söylemişti: “Ne senle olur ne sensiz.” diye..Benimle çalışılabilmesi için yaşamınızın belli bir çizgiyi aşmaması lazım. Benle çalışan insan karısına gidip çok aşırı pahalı ayakkabı alamaz. Ben 6 yıl herkesin eşit olduğu bir düzen kurdum.Fakat bir gün birisi gitti karısına aşırı pahalı bir ayakkabı aldı bütün düzen ortaklı bozuldu…Ben çağrıldığım bütün üniversitelere derse gittim. O kadar garip mi mesela birisi simit satıyor okumak için hocası onu eziyor, öbürü babasının arabasıyla geliyor. Bir fırıncı hayal edin ekmek yapmazsa ne olur?
-Para kazanamaz, hayatını sürdüremez…
-Olur mu? Fırıncıdan önce ben varım, ben aç kalırım. Siz Türkiye’nin mimarlık ihtiyacını bilmeden mimarlık yapabilir misiz? Bu ister istemez bizim bilinçaltımıza yerleştiriliyor. Bir zamanlar Ankara’nın %73, İzmir %50, İstanbul’un %55’i gecekonduydu şimdi ne oldu da buralara geldik? Bunun doğrudan doğruya bizim sosyal yaşamımızla bizim ortalamamızla ilgili olduğunun bilincinde olmamız gerekiyor. Ve ben bilmeliyim ki Almanlara mimarlık yapmak için mimar olmadım.
İstanbul’un mimarisi bitti mi?
Önce şehirciği doğru oturtmak gerek daha sonra onun yanında ayrıntı olan mimarlık oturtulabilir. Burnunuz yüzünüze göre 2 katı olsa olur mu olmaz denge bozulur. Kent de böyle bir şey… Sizin canlı müziğiniz, kitaplığınız, baleniz olmadan ne yapabilirsiniz ki? 1 kültür merkezi vardı 8 yıl önce bitti. 1 tane üniversite kitaplığı var onu yıkmaya kalktılar. Farz edelim Osmanlı dönemini yaşatmaya çalışıyorlar. Tüm Osmanlı döneminde sadece 150 kitap var özgün..150…500 yılda. Yalnız 1923’den Mustafa Kemal’in ölüm yıl dönümüne kadar 500 kitap var… İstanbul’un okuma yazma yüzdesi 1907’de devlet sayımına göre %7, sadece 265 kadın okuma yazma biliyor. Kimin için ne yapıyorsunuz? Bunun söyleyince mimarlıktan konuşun diyorlar. Ben mimarlıktan konuşuyorum.
Peki, İstanbul’u kurtarmak mümkün mü?
Tabii çok kolay. Şuan bu binaları yapan insanları uzaklaştırın İstanbul’un %50’si kurtulur.
Ya yapılanlar?
Bütün Kadıköy’ü yeniden yıkıp yapmıyor muyuz? Bir işlev değişikliği her zaman mümkün. Sinan’nın yapısını (Mimar Sinan) istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Çünkü; bir strüktürel yapısı mevcut. Hastane de yapabilirsiniz medrese de…
“Kuş Evleri” kitabınızda hayvanların insanlarla birlikte yaşama hakkından ve bu şekilde inşa edilen yapılardan bahsediyorsunuz. Günümüzde ise yapılar (cam önünde engeller vs.) adeta hayvanlar yaşayamasın diye tasarlanıyor gibi. Sizce toplum nasıl hayvanlarla birlikte ev inşa etme anlayışından bu hale gelebildi?
Troya’da taş ustaları, taşlara imza atıyorlar, işinin sahipleniyorlardı.Biz Ankara’da mimarlara teklif ettik. Her mimar işinin üzerine imzasını atsın diye kimse kabul etmedi…Yaptığı işten utanan mimar olur mu? Usta bir taş yaparken taşın bir ufak parçası kırılıyor, bu taş atılmıyor. O kırık parçalar kuş yuvaları olarak değerlendiriliyor. Tabii bunun daha derin bir anlamı var: Kendisinin doğada diğer varlıklarla dengede olduğunu düşünüyor ve daha da önemlisi empati yapabiliyor. Kendini o canlının yerine konabiliyor. Sadece kuş evleri de değil, Sivas’ta adam iki dükkanını vakfediyor: Kışın sıcak ülkelere göç eden kuşlara yem alınması için, bunu bana Fazıl Hüsnü Dağlarca anlatmıştı. Veyahut II.Bayezit İstanbul’da yaptırdığı Camii’nin vakfında belli bir payı kuşlara ayrılıyor. Bunlar büyük insanca anlamlar taşıyan şeyler. Kuş evini herkes sanıyor ki süs… Sadece bizde mi var diye bu konuyu özellikle araştırdım. Yurt dışında da var tabii fakat gübre üretmek için kullanılırken yani bir çıkar ilişkisi varken bizde yok…
Türkiye’de doğayı bu kadar koruyan bir siz kaldınız sanırım ?
Aman öyle demeyin sonra dinozor derler bana.(Gülüyor) Benim doğayla alakalı ödül almış bir şiirim var. Buradan yola çıkalım mesela 100 yıl önce, yağmur borusu sokağa verilmez evin sarnıcına akıtılırdı. Benim Denizli’de otistik çocuklar için yaptığım yeni binada bütün çatı suları ortalarda avlularda toplanır ve bahçe onlarla sulanır. Yazık değil mi o suyu kullanmamak? Ama çok ünlü bir mimarımız Antalya’da bir evi yaparken anlamıyor bile, çatıdaki yağmur borusu ile 1.yağmurda ilk depoyu, 2. yağmurda ikinci depoyu dolduruyorlar, sonra kuyuya sarkıtıyorlar. Ünlü mimar, evi onarırken bu detayı yok ediyor… Ben o detayı istemesem bile ki niye istemiyim alır müzeye koyarım.
Cengiz Bektaş kimdir
1934 Denizli doğumlu Cengiz Bektaş, orta öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde, yükseköğrenimini DGSA Süsleme, Mimarlık Bölümleri ile Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yaptı. 1959 yılında yüksek eğitimini tamamladı.1960’ta Alman şehircilik kurslarına katıldı. Almanya’da serbest mimar olarak çalıştı. Orada girdiği iki yarışmada ödül aldı. ODTÜ’ye öğretim görevlisi olarak çağrılınca, Türkiye’ye döndü. 1962 – 63 öğretim yılında ODTÜ İnşaat İşleri Başkanlığı, Mimarlık işliğini bir yıl yönetti.
1963’te Ankara’da Oral Vural ile birlikte kendi mimarlık işliğini kurdu. 1963–69 yılları arasında yalnızca altı yıl süreyle mimarlık-şehircilik yarışmalarına girdi. 25’in üzerinde ödül kazandı. Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihi örnekleri arasında sayılan yapılar gerçekleştirdi. 2 kez Ulusal Mimarlık Ödülü aldı. Akdeniz Üniversitesi (Antalya) Sosyal – Kültürel Özek yapısıyla 2001 yılında Uluslararası Aga Khan Ödülü’nü kazandı. Ankara’daki Türk Dil Kurumu yapısı, mimarlarca Cumhuriyet dönemini simgeleyen yirmi yapıdan biri sayıldı. 2014 yılında kendisine Uluslararası Mimar Sinan Ödülü verildi. Cengiz Bektaş’ın mimari eserleri dışında şiirlerini derlediği kitapları vardır.
Işıl Çakmak, Merve Geven, Sevinç Ormancı, Cengiz Bektaş
Leave a Reply
Want to join the discussion?Feel free to contribute!