Latest News
Kitchen Chat and more…
Kitchen Chat and more…
Sanki İstanbul ve Paris… Farklı kültürlerdeki insanların aynı şehirlerde buluşması gibi klasizm çizgilerini taşıyan mobilyaların farklı kültürleri içermesi sonucu ortaya çıkan kozmopolit çizgiler bir çoğumuz için cazip gelebilir. Her ülkenin stilleri kendilerine göre yorumlayışı farklıdır. Bu sebepten farklı kültürlerin aynı stilde buluşması bile farklı atmosferler yaratmaktadır.
Bu sayımızda sizin için seçtiğimiz mekan bu özelliği en tipik şekliyle yansıtıyor. Birinci mekanımız Kopenhagen, Roma ve Amerikan empresyonizminin kültürlerini taşıyor. Ressamlardan Daniel Garber’in resimleri, Kopenhagen’den seçilen geçmiş dönemlere ait mobilyalarla süslü. Bu örnek mekanlarda dikkat çeken ortak özellik altın varak. Mobilyadan aynaya, çerçeveden aksesuara hepsinde altın varak dikkat çekiyor. Altın varakla en fazla bağlantı sağlayan renkler sarı, yeşil, mavi. Bunun yanında arada kullanılan kırmızı, pembe gibi canlı renkler mekana oldukça hoş bir canlılık veriyor. Bu tarz evlerin en önemli özelliği, mekanda yaşayanların kişiliğini ve zevkini en iyi şekilde yansıtması. Bu özellik de göz önüne alındığında bu tarz evlerde evin sahibiyle iç mimar çok yakın bir şekilde çalışmalıdır. Çünkü iç mimar evin sahibinin seçimlerini doğru yerde ve uyumlu bir şekilde yansıtacaktır mekana. Farklı kültürlerin bir arada kullanılması ve bunların uyumlu olabilmesi göründüğü kadar kolay bir iş değildir.
Böyle kozmopolit bir evde temelde bir stil seçmelidir örnek olarak. Birinci mekanda temelde neoklasik seçilmiştir. Özelikle aksesuar, koltuk ve sehpalarda 14. Loui Dönemi göze çarpmaktadır. Ayrıca dönemin renkleri de bu dekorasyonda önemli faktörlerden biridir. Örnek mekanlarda seçilen dönemin açık renkleri olduğu için mekan geniş görünmektedir. Bu bilinçli bir tercih olabildiği gibi olmayabilir de. Bu da gösteriyor ki bir evi dekore ederken dönemin özelliklerinin yanı sıra farklı kültürleri bir arada tutmak yeterli olmuyor. Kişiliği yansıtan mekanlarda mekanın geniş gösterilmesi de önemlidir.
Kozmopolit çizgilerde göze çarpan bir başka noktada mekanın kişiliği yansıtmasının yanında ferah ve rahat da olması. Bir başka deyişle oturacak kişinin yanı sıra rahat ve ferah bir ev istemesi en doğal hakkıdır. Evin sahibinin seçimleri yaparken iç mimarla çalışması bu sebepten gereklidir. İkinci örnek mekanda da 18. yüzyıl koltuklarının yanı sıra barok stili aplikler kişiliği yansıyan geçmiş dönem aksesuarları olarak aynı düşünceler içinde kullanılmıştır. Birinci örnek mekanda olan kültürler olmayıp başka kültürler olsa da amaç aynı. İster açık renklerle ister araya atılan renkli mobilyalar olsun, mekan kişiliğinizi yansıtsın. Ayrıca mekan kurallara uyulduğu sürece her zaman şık, zengin görüntü vererek dikkat çekici olabilir. Önemli olan ev sahibi tarafından mobilya aksesuarlarının fonksiyonel olarak uyumlu yerleştirilmesidir. Farklı kültürlerin oluşturduğu tezatlıklar oldukça hoş görüntüler yaratmaktadır, yeter ki doğru uygulansın. Siz de bu kültürlerin yanı sıra Osmanlı kültürünün veya tercih ettiğiniz kültürleri bir arada kullanarak kozmopolit bir atmosfer yaratabilirsiniz Yapacağınız tek şey hangi kültürleri seçeceğinize karar vermek.
GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDAKİ ‘GÜZELLİKLER’ DESTEK ARIYOR. Her yapıyı kendi tarihinin tek örneği olarak görüp ilkeleri belirlemek en doğru karardır. Elimizdeki arşivle, insanların anıtları koruma kaygısını gösteren örneklerin her devirde var olduğunu gösteriyor. Genel anlamıyla anıtlar mimari bilimsel ve kültürel özellikleri olan yapıtlar ve yerleşme mimari yapılardır. Gayrimenkul eser anıtların korunması deyimi ise bunlarla ilgili restorasyon, renkostruksiyon, Renovasyon gibi müdahalelerin hepsini kapsayan anlamdadırlar. Kendi tarihini yansıtan tarihi, arkeolojik eserleri ve muhteşem anıtlarıyla bir kaç bin yılı evrensel güzellikleriyle İstanbul, tarihi eserler açısından en önemli kentlerimizden biri olma özelliğini taşıyor. Boğaz çevresindeki sahil sarayları, yeşil doku mimarisi ile olağanüstü güzel kompozisyonlar yaratmış. Yıldırım Beyazıt ve II. Mehmet’in yaptırdığı Anadolu ve Rumeli Hisarları, mimarlık tarih kültür hazinesinin seçkin yapıtlarıdır. Kentin Asya bölümündeki tarihi yerleşmesi olan Üsküdar, Selimiye, Mimarah gibi anıtsal külliyeleri, ahşap evleri, külliyeleri, tekke ve türbeleri ile önemli yerleşme alanlarıdır. Lale Dönemi çeşmeleri bulundukları yerle özleşmişlerdir. Beyazıt Meydanı’ndaki I. Theodosius’daki, Aksaray Yedikule yolu üzerindeki Arcadinin ortasında yükselen Arkadius sütunu, eşşiz Ayasofya. Yere batan Sarayı gibi eserler, Ortacağ mimarisinden günümüze taşınan eserlerden bazılarıdır. III. ahmet, Sultan Mahmut, Tophane, Üsküdar Meydanı Çeşmeleri, bulundukları yerlerle özdeşmişlerdir. Fenerbahçe, Göztepe, Erenköy gibi sayfiye yer-leşmeleri, ahşap köşkleri ve bahçeleri ile geçmişin izlerini günümüze taşımaktadırlar. Hamamlar, Osmanlı saray hayatının ayrılmaz parçasıdırlar. Burada ismi geçmeyen tarihi eserler, sayılarıyla önemli yer tutarlar.
Bu eserleri üç grupta toplayabiliriz:
Restorasyonu yapılmış olanlar, Dolmabahçe, Kapalıçarşı, Rüstem Paşa Camii, Feshane, Deniz ve Kara Surlarının bazı bölümleri vs.
Restorasyonu hala yapılmakta olanlar, Galata Kulesi, Sait Halim Paşa Yalısı, Eyüp, Zeybek, III.Ahmet Çeşmesi vs.
Destek arayan tarihi eserler, Ayasofya, Tekfur Sarayı, Çemberlitaş, Hipodrom ve Anıtları, Küçük Mabeyn Köşkü, Arkadius Sütunu, Kıztaşı, Siyavuş Paşa Medresesi vs.
1951 yılında kurulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kısa adıyla GEEAYK, sayısız eski yapıtın kurtarılmasını, onarılıp korunmasını sağlamıştır. Türkiye’de çeşitli kuruluşlar, eski yapıların, mimarlık anıtlarının korunması, onarılması, yenileştirilmesi konularıyla ilgilenmişlerdir. Bunlardan en önemlileri eski yapıt sahipleri, Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Yerel Yönetimler, Belediyeler, Eski Eserler ve Anıtlar Müdürlüğü’dür. Ayrıca, mimarlık dergileri, üniversiteler, TMMOB mimarlar odası da ilgili kuruluşlardır. İCOM uluslararası müzeler konseyi, İCOMOS uluslararası anıtlar ve sitler konseyi, ICCROM kültürel varlıkların korunması ve onarım araştırması da önemli kuruluşlardan bazılarıdır. Ancak, kültür varlıklarını tek başlarına da korumak yetmez. Onların çevreleriyle de bir bütün oluşturması da önem taşır.
Bir yapının tarihsel anıt olarak korunması, kültür varlığı sayılması için gerekli ölçütler nelerdir sorusuna cevap ise yapının sanat yapısı olarak tasarlanma, biçimlenme gibi mimari özellikleri açısından bir ürün örneği olması, toplumsal ya da kültürel tarihin belirli bir dönemi yansıtıyor olması, kent tasarımı, peyzaj düzenlemesi açısından değer taşıması, ünlü bir mimarın yapıtı olması veya ünlü kişi ya da tarihsel olaylarla bağlantısının olmasıyla ilgilidir.Tarihsel anıtların korunmasında tek ya da az sayıda ilke yoktur. Her yapıyı kendi tarihinin tek örneği olarak görüp ilkeleri belirlemek en doğru karardır. Kilisenin camiye çevrilmesi gibi, yapılarda yapılacak işlemleri kültürlere göre istenilen biçime sokmamak gerekir. Eski yapıların biçimsel bütünlüğünü elden geldiğince bozmamaya çalışmak, güzelleştirelim derken çirkinleştirmemek, güçlendirelim derken zayıflaştırmamak esas uyulması gereken ilkelerdir. İstanbul’daki bazı eserler ne yazık ki gerekli ilgiyi görmemektedir.
İstanbul’un yanı sıra tüm Türkiye taşınabilir taşınmaz kültür ve doğa varlıkları açısından zengin miras olan bir ülkedir. Bunun için gerekli koruma bakım onarım ve yenileştirmelerinin yapılması gerekmektedir. Yukarıda yazdığım kuruluşların dışında her bireyin bu konuda destek vermesi gerekir elbette. Devletin, gelecek kuşaklara bırakılacak bu mirasın korunmasının şart olduğunu görerek bu konuda duyarlı olması gerekir. Gerçek, şimdiyi yaşamaktır ama güzellikleri korumak adına ne geçmiş ne de gelecek yadsınamaz. İkisi de insanların olduğu kadar yapıtların yaşamında önemlidir.
Batının Doğudan etkilenişi VIII. Yüzyıl’a dayanır. Çin Seddi yapıldıktan sonra Doğunun mistik havası ipek Yolu’yla batıya ulaşmıştır. İlerleyen yıllarda da Batının teknoloji insanları Doğunun gizemli büyüsüne kapılmaktan alıkoyamazlar kendilerini. Özellikle kendilerine özel mekanlarındaki arabesk yaklaşımla Doğulu havayı solumaktan büyük haz duyarlar. İşte şimdi siz okuyuculara son yıllarda oldukça merak uyandıran ”Arabesk” sanatının oluşma nedenlerinden etkilediği bazı kültürlerden ve günümüze gelişinden örnekler vereceğiz.
Bir Ortadoğu dini olarak İslamiyet’in yayılışı VII. VIII. Yüzyıl’larda Kutsal Savaş’la ortaya çıktı. İslamiyet, imgelerin yasaklanmasında Hristiyanlık ‘tan daha katı davrandı. İmgeler yasaklandı ama sanatı yok etmek kolay değildi. Nitekim kendilerine insan resmi yapma izni verilmeyen Doğulu sanatçılar, hayal güçlerini, biçim ve motifler üzerine yönelttiler. Sanki onlarla oynarcasına ördüler. Şuana kadar gelen dantel dantel en ince süslemeyi, “Arabesk” dediğimiz girift bezemeyi yarattılar. Tüm Doğu ve Uzakdoğu sanatlarında sanatçının dikkati gerçek dünyadan saptırılmış, çizgi ve zengin renklerden oluşan bir düş dünyasına itilmiştir. XIV. Yüzyıl’dan itibaren İran’da, daha sonra da Hindistan’da, zorlayan disiplin yüzünden, romanların kahramanlarını, öykü ve masalların görsel açıklamalarım, sadece figürsüz motiflerle anlattılar. Mobilyadan aynaya, sedef, ahşap ve kristal malzemeyi kullandıklarını görüyoruz. İslamiyet, Kutsal Savaş sırasında Suriye, Irak, İran, Kuzey Afrika ülkeleri (Tunus, Fas, Kenya, Yemen), Hindistan, Uzakdoğu ülkeleri, kısacası İspanya’dan Pakistan’a kadar birçok kültürü etkisi altına aldı. Dinin sanat üzerinde etkisi Çin’de daha güçlü oldu. Çinliler çok eski zamanlardan beri tunç dökmede uzmandılar. Eski tapınaklarda kullanılan bazı tunç kaplar İ.Ö. zamanına aittir. Çin sanatı asıl atılımı bir başka dinsel etkiden, Budizm’den elde ettiği için bir Lohan Başı günümüze kadar gelmektedir. Bu durumda Hindistan’da bazı objeler Doğudaki ve Uzakdoğuda ki etkilenmelerle karşımıza çıkıyor. Ördek başı, lohan başı, at başı, fil başı, ince dantel dantel “arabesk” bezemelerle işlenmiş günümüze kadar gelmiştir. Hindistan, yaşadığı o kadar fakir hayata rağmen hala bu konuda çok yaratıcı. Dantel dantel işledikleri bir kapıyı, sehpa haline bile getiriyorlar.
Doğu stilini diğer gördüğümüz bir yer Tunus’ta Dar Djellouli Sarayı. Yıldız motifli iki tarz perde. Bu mekanın en önemli özelliği geçmişten günümüze korunarak gelen son saraylardan olması. Bordo ipek kadife kumaşla kaplanan Türk divanı tüm şıklığıyla karşımızda. “Arabesk” bezemelerle işlenmis alçı sıvama panolar ile tavana kadar uzanan altın yaldız kaplama aynalar duvarlara yayılmış. VI. Yüzyıl’dan itibaren sarayda oturan Sidi Hamed eşyaları orjinal haliyle koruyor. Yerler mermer, üstü halı, avize kristal, duvarlarda panoların altı ipek kadife kumaşla kaplanmış. Bu mekanda gördüğünüz gibi İslam tarzının otantik havası çok ağır basıyor. Zengin ışıltılı doğu kumaşları (Rubelli) saf ipek.
Sarayların ve evlerin alçı süslemelerinde, eğri yaş sıvaların üzerine tahta kalıplarla yapılan süslemeler, Türk sanatı’nın İslam Sanatı’na geçtiğinin belirtileridir… Karahanlılar, Asya’da kurulmuş ilk Türk-İslam Devleti’dir. Satuk Buğra Han 920’ye doğru İslamlığı resmi din olarak kabul etmiştir. Bu dönemde birbirini kesen sekizgenlerin meydana getirdiği dörtlü düğüm ve yıldız şeklindeki motifler, sonraları Türk sanatında klasik bir süsleme oldu. Geometrik örnekler esas olup, altıgenlerin içi rozet çiçekleri ve bitki motifleri ile dolguludur. 977’de Gazne’yi merkez yapan Sebir Tekin’in kurduğu bu Türk Devleti Gazneliler adını almıştır. VII. Yüzyıl başında Emevi orduları İndüs Vadisi’ne girmişlerse de Müslümanlığın Hindistan’da yerleşmesi Gazneliler ile olmuştur. O dönemde mekanlardaki stuk süslemeler ve çiçekli kufi kitaplar, günümüze kadar korunarak gelmiştir. Daha sonra ceviz ağacından geometrik bölümler içinde Rumi ve palmetlerle ince işlenmiş dolgular, sırlı tuğla çini mozaik, taş ve ağaç işlemeleri Selçuklu Sanatı’nın en önemli özelliklerindendir. Selçuklu Devleti’nin etkilediği ülkelerden Suriye, Şam’da mobilyalarda ağaç işçiliğinin etkileri Osmanlılar’ dan sonra günümüze kadar gelmiştir.