HOW RE_PROVIDING THE BALANCE IN NATURE, CAN GUARANTEE THE FUTURE OF MANKIND
Ne yazık ki, son yüzyılda insanoğlu bu mükemmel dengeye çok ciddi zarar veriyor. Daha önceki yazımda enerji tüketimi arttıkça doğadaki dengelerin nasıl bozulduğunu sizlere aktarmaya çalışmıştım. Bu kez doğadaki dengeleri yeniden sağlayabilmek için çözüm önerilerinde bulunacağım. Bazılarını uçuk bulabilirsiniz. Ancak, sizi temin ederim ki, bu yüzyıl içerisinde, aşağıda belirttiğim düşünceler ve olması gerekenler listesinin büyük bir çoğunluğu gerçekleşecektir. Dünyamızın oluşması ve üzerinde canlıların yaşayabilmesi için mükemmel bir ekolojik dengeye sahip olması milyarlarca yıl almış olsa da, özellikle son yüzyılda insanoğlu bu mükemmel dengeye çok ciddi zarar veriyor. http://serhansuzer.com/enerji-ve-cevre-dunya-nereye-gidiyor/ linkinde bulabileceğiniz bir önceki yazımda bu sorunu irdelemiştim. Enerji tüketimi arttıkça doğadaki dengelerin nasıl bozulduğunu sizlere aktarmaya çalışmıştım. Bu yazımda ise doğadaki dengeleri yeniden sağlayabilmek için çözüm önerilerinde bulunacağım. Bu konuda aklımda çok fikir var. Kimi fikrimi oldukça uçuk bulacaksınız, kimini ise yapılabilir. Ancak, sizi temin ederim ki, önümüzdeki yüzyıl sene içerisinde, aşağıda belirttiğim düşünceler ve olması gerekenler listesinin büyük bir çoğunluğu gerçekleşecektir. Bu vereceğim reçete bu kadarla da kalmayabilir ve aklıma geldikçe bazı eklemeler yapabilirim. İşte, size doğada yapılan tahribatı tamir edebilmek için reçete: 1. Kapitalist sisteme ayarlamaların yapılması: Kapitalist sistem özellikle inovatif, başarılı ve çalışkan insanları ödüllendirdiği için insanlık tarihindeki en büyük gelişmelerin geçtiğimiz yüzyıl içerisinde yapıldığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda, insanoğluna gerekli teşvikleri verince ve motive edince nasıl bir ilerleme gösterebileceğine hepimiz tanık olduk. İnternet, otomobiller, uçaklar, bilgisayarlar, cep telefonları ve daha sayamayacağımız, hayatımızı baştan aşağı değiştiren ve ardı arkası kesilmeyen binlerce keşiften bahsediyoruz. Bütün bunlar insanoğlunun istediğinde neler yapabileceğini ve ucu bucağı kestirilemeyen kapasitesini gösteriyor. Ayrıca, bundan sonra da hızlı gelişmelerin ve inovasyonların birçok farklı alanda devam edeceğini de söyleyebiliriz. Ancak, insanlık adına büyük gelişmelerin itici gücü olan kapitalist sistem için doğayla barışık diyebilir miyiz? Hayır. Esasında, sistemin eleştirebileceğimiz en önemli yanı doğayla uyumlu ve barışık olmamasıdır. Sadece tüketim üzerine kurulu bir sistemin doğaya yapacağı tahribatı düşünebiliyor musunuz? Varsa yoksa daha fazla satış yapmak ve gelirlerini artırmak. Sistemin nihai amacının yanı sıra, nüfus artışı ve modern hayatın gereksinimlerini karşılamak üzere tüketimin de kendi doğal süreci içerisinde sürekli artış göstermesiyle tüketimi karşılamak için üretim de sürekli artıyor ve doğanın dengeleri umarsızca tahrip ediliyor. Daha fazla üretebilmek için doğada bulunan birçok önemli hammadde ve doğal kaynaklar hızla tüketiliyor, doğanın bir denge oluşturduğu bölgelere doğayla barışık olmayan binalar yapılmakta (örneğin, dere yataklarına yapılan binalar). Hatta insanlar geçinebilmek ve para kazanmak için kendileri doğayı bizzat tahrip edebiliyorlar. Memleketimizde ve dünyanın birçok farklı yerinde para kazanabilmek için her yaz lüks beldelerde çıkartılan orman yangınları ve yanan ormanların yerine villalar dikip rant sağlayan şahsiyetsiz kişiler buna örnek teşkil etmektedir. Bunun gibi daha birçok örnek var. Aşağıda sistemle doğanın nasıl çakıştığını çok net ortaya koyan bir videoyu paylaşmak istiyorum sizlerle: http://www.eco-currency.net/ Eko para birimini anlatan bu videoda Alberto diye adlandırdıkları Brezilya’da yaşayan bir çiftçiden yaşadıklarından örnek verilmiş. Alberto, Amazon ormanlarının bulunduğu bölgede yaşıyor. Ancak, ormanın kendisi için ekonomik hiçbir değeri yok. Geçimini sürdürmesi gerekiyor. Bunun için ormanı yakıp kendisine tarım yapabileceği bir alan açıyor. Tarım yapıyor, ürettiği soya fasulyesini satıp geçimini sürdürebiliyor. Halbuki, Alberto’ya içinde yaşadığı ormanı koruması için maddi olanak sağlansa (örneğin, para verilse) o ormanı yakmayacak ve tam tersine korumak için elinden geleni yapacaktır. Eko para birimi, devletler tarafından bu menfaatin bu insanlar için sağlanması anlamına geliyor. Dünyanın birçok yerinde bu ikilemi yaşayan ve ekonominin gereksinimlerini yerine getirmek için doğayı tahrip eden milyonlarca insan var. Eco para birimi bana göre bunun önüne geçebilecek iyi düşünülmüş, yararlı bir yöntemdir. Ekonomi büyürken aynı zamanda ekolojinin korunmasını sağlayan bir sistemdir. Eko para birimi dışında bazı önerilerim var. Öncelikle sistemde doğayı koruyan kollayan kişilerin ödüllendirilmesinden bahsettik. Bir de bunun tam tersini yani doğaya zarar verenlerin cezalandırılması gerekir. Eko para birimine kaynak yaratmanın yollarından birisi de doğaya zarar verenlerin (fabrikalar, oteller, vs.) vergilendirilmesiyle elde edilen kaynakların doğayı koruyan, kollayanlara aktarılmasıdır. Ayrıca, orman yakan veya doğaya kasti olarak zarar veren kişilere de en ağır cezanın verilmesi gerekir. Yine benzer şekilde alınan birçok dolaylı ve direk vergilerin ve ücretlendirmelerin önemli bir kısmının doğayı korumak için kullanılması gerekir. Bu kez başka önemli olan konuya, kapitalist sistemin temelini oluşturan unsurlardan olan borsaya bir bakalım. Borsada şirketlerin performansları gelir ve kârlılık üzerine kurulmuştur. Salt gelirler veya kârlılık performansına bakılması demek, o şirketin ürettiği malların veya verdiği servisin tüketilmesini sağlamak için elinden geleni yapması anlamına geliyor. Peki, borsanın doğayla barışık olmayan bu çalışma dinamiği doğayı korumak için değiştirilemez mi? Elbette değiştirilebilir. Yapılması gereken şey borsaya kote olan bütün şirketler için ayrıca “Çevre Endeksi” oluşturup şirket değerini de borsadaki değerinin yanı sıra, şirketin çevre endeksi ortalamasından hesaplamak işin görünümünü tümüyle değiştirir. Başka bir deyişle, “şirketimizin değeri yüzde olarak şu kadar arttı” diye böbürlenen, borsaya kote şirketlerin yöneticileri, çevre endeksinin denkleme dâhil edilmesiyle şirketlerini çevreyle barışık hale getirebilmek için ellerinden geleni yapmaya çalışacaklardır. Bu da doğa ile borsa arasındaki dengenin sağlanmasına büyük katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ülkelerin ekonomik karnelerinin dışında bir de “ekolojik karne”lerinin olması gerekir. Başka bir deyişle, cari açık/fazla gibi önemli ekonomik göstergelere ne kadar önem veriliyorsa ülkenin karbon salınımı gibi ekolojik göstergelere de aynı önemin verilmesi gerekir. Ekolojik göstergelerin dünyadaki kamuoyuyla da sürekli paylaşılıyor olması gerekiyor. Hatta daha da ileri gitmek gerekirse bir ülkenin ne kadar iyi yönetildiği ve başarısı ekonomik ve ekolojik göstergelerin ortak paydasından yola çıkılarak yorumlanmalıdır. Yani, ekonomisi krizde olan bir ülkenin ekolojik karnesi parlaksa o ülkenin durumunun iyi olarak algılanması, ekonomik göstergeleri çok parlak olan bir ülkenin de eğer ekolojik göstergeleri kötüyse krizde olarak algılanması gerekir. Böyle bir dengeleme, politikacıları çevreyle ilgili yapmaları gerekenler konusunda teşvik eder, olaylara farklı bir açıdan bakmalarını sağlar. 2. Enerji ihtiyacının %100 yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması: Fosil yakıtlarının rezervlerini ve alternatiflerini artırmak için büyük çaba harcayan ve en büyük yatırımları bu alanda gerçekleştiren insanoğlu benzer bir çabayı yenilenebilir enerji alternatiflerinin artırılması ve teknolojilerin geliştirilmesi için göstermiyor. Bunun elbette siyasi ve ticari sebepleri var. Bu sorunu çok net bir şekilde ele alan bir karikatürü sizlerle paylaşmak isterim: Bu karikatürden de görebildiğiniz gibi insanlık tarihinde çıkan önemli savaşların sebebi hep yaşam için çok önemli olan yeryüzü kaynaklarının (enerji, su, vs.) paylaşımı olmuştur, çünkü bu kaynakların sahipleri olmuştur her zaman. Paylaşım konusundaki anlaşmazlıklar diplomatik yolla çözülemediği durumlarda ise savaşlar çıkmıştır. Peki, güneşin bir sahibi var mıdır? Hepimiz güneşin sahibiyiz. Bunun şöyle bir anlamı daha var: Güneşin, yeryüzündeki kaynakların paylaşımı için sürekli kavga eden ve savaşan insanlığa barış ve huzur getirme potansiyeli vardır. Bir de tabii kaynakların paylaşımını hegemonyaları altına almak ve ilgili ülkeyi kontrol edebilmek için oluşturulan diktatörlük gibi sistemlerin sonunu getirme potansiyeli vardır. Yani, güneş enerjisi insanlığa doğal bir demokrasi sağlayabilir. Bu kaynak yeryüzüne her gün ulaşmaktadır. Yapılması gereken tek şey güneş enerjisinden bütün insanlığın azami ölçüde faydalanmasını sağlamaktır. Şu anda bile atıl durumda olan ve pek faydalanılmayan A.B.D’deki Mojave Çölü, Şili ve Peru’daki Atacama Çölü, Kuzey Afrika’daki Sahara Çölü, Hindistan’da Rajasthan Eyaleti, Çin’deki Taklamakan Çölü, Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi, Suudi Arabistan’ın Rubülhali Çölü, Ortadoğu ve Avustralya’nın büyük bir çoğunluğunda bulunan çöllerin yanı sıra, dünyanın güneş verileri maksimum olan birçok bölgede bulunan enerji kaynakları dünyanın enerji ihtiyacını büyük ölçüde karşılamaya yeter. Başka bir deyişle, geçmişte insanların olabildiğince uzak durduğu ve fazla kimsenin yaşamadığı çöller, gelecekte dünyanın en önemli enerji kaynaklarının bulunduğu yerler olacaklardır. Bir de buna dünyadaki güneş verileri biraz daha düşük, ama önemli oranda vasatın üzerinde olan bölgeleri de kattığımızda, dünyadaki enerji ihtiyacını sadece güneş sayesinde karşılayabileceğimizi söylemek yanlış olmaz. Tabii, bunun için CSP, fotovoltaik, CPV gibi bütün merkezi ve bağımsız güneş enerjisi teknolojilerinin devrede olması gerekir. Belki, bizim jenerasyon göremeyecek olsa da uzayda güneş enerjisinden faydalanmak için teknolojiler geliştirilecek ileride. Sonuçta, bir filtre görevi gören atmosferimizin dışına çıkılarak güneşe daha da yaklaşıldıkça güneş enerjisinden çok daha fazla verim almak mümkün olacaktır. Tabii, buradaki sorun da atmosferin dışında, uzayda elde edilen enerjinin dünyaya nasıl iletileceği konusudur. Güneş enerjisi gibi rüzgâr, jeotermal, biyokütle gibi diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının da mutlaka değerlendirilmesi gereklidir. Sonuç olarak, bana göre dünyadaki enerji ihtiyacı, fosil yakıtlara ihtiyaç duymadan, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla rahatlıkla karşılanabilir. Ancak, bunun için ciddi bir süreç gereklidir. Devletler o iradeyi gösterdikleri takdirde dünyanın birçok bölgesinde makro ve mikro planlamalar yapılabilir. Bu zaman alabilse de belli bir süre zarfında, planlı ve programlı bir şekilde fosil yakıt kullanımından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş gerçekleştirilebilir. Bana göre bu hayal değildir. Yeter ki, bu konularda halkların desteği olsun ve kamu ile özel sektör temsilcileri koşulsuz bir biçimde bu değişimin arkasında olsunlar. 3. Enerji verimliliği: Yenilenebilir enerji kaynaklarından bahsetmişken enerji verimliliğinden bahsetmemek olmaz. Enerji verimliliği alınan bazı önlemlerle tüketilecek enerjiden tasarruf sağlanması ve enerji tüketimini en aza indirgemektir. Enerji verimliliği kısaca iki türlü yapılır. Birincisi, alınan bazı önlemlerle hiçbir yatırım yapmadan enerji tüketiminin azaltılması (ki, bunu yapmamak için sadece bilgiden yoksun olmak gerekir). İkincisi ise yatırım yaparak teknolojik bazı iyileştirmelerle enerji tüketiminin optimum seviyelere çekilmesidir. Burada yatırımcı yapmış olduğu yatırımın finansal performansına göre kararını verir. Başka bir deyişle, enerji verimliliğiyle ilgili yapılacak yatırımda, bu yatırımın geri dönüşü ve getiri oranları karar verme sürecinde önemlidir. İdeal dünyada enerji tüketiminin enerji verimliliği kapsamında minimuma indirilmesi ve ihtiyaç duyulan enerjinin de yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlanması gerekir. 4. Fosil yakıtların hammadde olarak kullanılması: Bulunduğum her yerde petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtlarının yakılması yerine hammadde olarak kullanılabileceğini söylüyorum, çünkü yakılan fosil yakıtların karbon salınımı çok fazla ve fosil yakıtların yakılmasının doğaya ciddi zararı var. Halbuki, fosil yakıtlar endüstiyel bazı ürünlerin hammaddesi olarak kullanılabilir. Örneğin, petrolün petrokimya sektöründe, doğalgazın da gübre yapımında kullanılabileceğini söyleyebiliriz. Üzerinde çalışılırsa daha birçok farklı fosil yakıtların farklı kullanım alanları da tespit edilebilir. Fosil yakıtlardan bu şekilde oluşturulan maddelerin mutlaka geri dönüşebilir olmaları sağlanmalıdır. Bu şekilde geri dönüştürülen maddelerden hem daha az fosil yakıt kullanılarak tasarruf yapılması sağlanır, hem de doğaya bırakılan maddelerin miktarı azaltılarak çevreci bir yaklaşım sergilenmiş olunur. 5. Şehir planlaması ve yapıların tümüyle değiştirilmesi: Şehir planlamalarının artık doğaya zarar vermeyecek şekilde tasarlanması gerekiyor. Doğayla uyumlu şekilde tasarlanacak yeni şehirlerdeki evler beton yerine farklı materyallerden yapılacak belki de. Doğayla bir bütün oluşturacak bu materyallerin devreye girmesiyle yüksek binaların yapımı işin uzmanları tarafından tekrar gözden geçirilmesi de ihtimal dâhilindedir. Ayrıca, kendi enerjisini üreten binalar (bugünlerde evlerin duvarlarına sürülen ve enerji üreten boyalarla ilgili ARGE çalışmaları olduğunu biliyorum) ve sürdürülebilirlik kavramları ön planda olacak. Son olarak, yapıların farklı bölümleri çeşitli amaçlar için kullanılacak. Dört sene önce Cannes’da düzenlenen Uluslararası Gayrimenkul Fuarı MIPIM’de bir sunuma katılmıştım. Çin’de kurulacak yeni bir şehrin tasarımını yapan bir Alman mimarlık ve şehir planlama şirketi çok önemli bir noktaya değinmişti: Çatıların kullanımı. İlk gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Evet, çatılarda meyve sebze yetiştirmek için özel tarla alanı yaratılmasıyla ilgili bir çalışma yapmışlardı. Esasında çok mantıklı. Çin gibi dünyanın en kalabalık ülkelerinde sürdürülebilirlik kavramına katkıda bulunmak için herkesin kendi çatısında kendi meyve ve sebzesini yetiştirmesi öngörülmüştü. Aynı şekilde, oldukça yaygın bir kullanım şekli olan çatılara güneş panelleri koyulması ve elektrik üretimi de mümkün. Özetle, çatıların ister meyve sebze yetiştirilmesi için tarla alanı olarak kullanılması ister solar panellerle elektrik üretimi için mutlaka faydanılması gerekiyor. Bundan sonra yeni kurulacak olan şehirlerin her açıdan doğayla barışık olması gerekir. 6. Kullanılan araçların sadece solar elektrikli araç formatına getirilmesi: Dünyadaki trendleri iyi izlemek gerekiyor. Şu anda sürekli fosil yakıtlarla ilgili alternatifler üzerinde çalışılıyor. Benzin dışında, LPG (likit petrol gazı) ve CNG (yoğunlaştırılmış doğalgaz) gibi farklı ürünler yakıt olarak kullanılmakta. Ayrıca, Brezilya gibi ülkelerdeki araçlarda etanol kullanımı çok yaygın. Hidrojen ve biyoyakıt gibi kaynaklar da üzerinde ARGE çalışması yapılan potansiyel yakıtlardır. Bana göre dünyadaki araçların dönüşümü şu şekilde olacaktır: Gelecekte fosil yakıtlı araçlardan sonra hibrit araçlar, sonrasında ise elektrikli araçlar ve en sonunda da solar elektrikli araçlar yaygın olarak kullanılacaktır. Solar elektrikli araçlar son nokta olacaktır ve bu teknoloji sürekli geliştirilecektir. Bu konuda hali hazırda kat edilmesi gereken daha çok yol var. Batarya sistemi, solar hücrelerin gelişimi, elektrik devreleri, motor, malzeme gibi daha birçok konuda sürekli gelişme kaydedilecektir. Bu gelişim sadece kara taşıtlarında değil, aynı zamanda deniz ve hava taşıtlarında da gerçekleşecektir. Eninde sonunda, gelecekte güneşten maksimum oranda faydalanan (hatta güneşli bölgelerde hiç elektrik şarjına ihtiyacı kalmayan) batarya sistemiyle fosil yakıtlı araçların maksimum gidebileceği mesafenin çok üzerine çıkabilen, karbon salınımı sıfır olan araçları görmemiz mümkün olacaktır. Geçtiğimiz haftasonu İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından geliştirilmiş olan solar elektrikli aracı ARIBA 6’nın test sürüşü için İTÜ’nün Maslak kampüsüne gittik. Detaylarına başka bir yazıda değineceğim bu etkinlikten çok keyif aldım. Bütün bu söylediklerimin emarelerini üniversitelerde görebildiğimi söyleyebilirim. Sonuç olarak, bugün gördüğümüz araçlar ileride ekolojik hale getirilip karbon salınımları giderek azaltılacak ve sonunda sıfırlanacaktır. 7. Çevre bilinci eğitimi: Benim gözlemlediğim kadarıyla babalarımızın kuşağının büyük bir çoğunluğunda çevre bilinci bulunmuyor. Hatta birçoğu iklim değişikliği ve küresel ısınma kavramlarına inanmıyor. Bizim kuşakta bu bilinç bir ölçüde oluştu, ama kesinlikle yeterli değil. Hiç değilse bizden sonraki nesillerde çevre bilincinin tam oluşması için doğru adımları atmak gerekiyor. Bunu da anaokulundan başlayarak eğitim/öğretim sürecinin her safhasında (anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, master, PHD) çevre bilinci dersi verilmelidir ki bu bilinç beyinlere kazınsın. İnanın, benim kendi eğitim sürecinde bir sürü gerçek hayatta hiç işe yaramayan bilgilerin bana öğretildiğini, hatta bu konulardan defalarca sınava girdiğimi hatırlıyorum. Bunların yerine insanı gerçek hayata hazırlayacak derslerin verilmesi gerekir. Çevre bilincini sağlayacak dersler de gerçek hayata hazırlayan derslerin en önemlilerinden biridir. İnsanların çok küçük yaştan başlayarak doğaya yaklaşımı ve düşünce tarzını değiştirmemiz gerekiyorki bu konularda harcanan emekler hız kazansın ve bu sorunların çözümünde bütün insanların katkısı olsun. 8. Kullanılan herşeyin doğal döngüye katılması ve sürdürülebilir hale getirilmesi: Teknoloji ilerledikçe insanlar yeni keşiflerde bulunuyorlar. Bu keşiflerin birçoğu da esasında doğada olan bazı unsurların insan eliyle yapılmasıdır. Örnek vermek gerekirse fotoğraf makinesi gözün çalışma mekanizması model alınarak yapılmıştır. Benzer şekilde, bütün atıkların doğal bir denge içerisinde kullanılıyor ve geri dönüşümünün sağlanabiliyor olması gerekir. Örnek vermek gerekirse benim şu anda CEO’luğunu yaptığım şirkette atık ısıyla çalışan bir su arıtma teknolojisi kullanılıyor. Başka bir deyişle, soğutma kulelerinden veya herhangi bir mekanizmadan elde edilecek atık ısının atmosfere karışıp harcanması yerine biz bu ısıyı tekrar enerjiye dönüştürüp doğal vakumla suyun arıtılmasını sağlıyoruz. Bunun gibi daha birçok örnek verebilirim. Burada önemli olan atık ısı, atık gıda, atık gaz ve daha birçok atığı kullanabilmenin ve doğal döngünün içerisine sokabilmenin yolunu bulmak gerekiyor. Bunun için bilim adamlarına, mühendislere ve konularının uzmanlarına çok iş düşüyor. 9. Nüfus artışının önce durdurulması sonra kademeli azaltılması: Buna tepkilerin gelebileceğini tahmin edebiliyorum. Konuya bir de şöyle yaklaşalım. Nüfus artışı bu oranda devam ederse dünyanın hali ne olur? Örneğin, beş yüz sene sonra dünya nüfusunun 25 milyarı geçtiğini düşünelim. Dünyadaki kaynaklar bütün insanlara yetebilecek mi? Birçok kaynağın tükenme noktasına geleceği ve insanlığın çok zorlanacağı kesin. Bu konudaki artış oranları en fazla olan ülkelerden başlayarak önce nüfus artışının durdurulması ve sonrasında da yavaş yavaş kademeli olarak azaltılması gerekir. Bir rakam veremeyeceğim, bunu bilim adamları hesaplayabilirler. Ancak, şu anki 7 milyarlık nüfusun bile yeryüzünün kaynaklarını çok zorladığı bir gerçek. Dolayısıyla nüfusun kademeli olarak optimum seviyelere çekilmesi gerekir. Nüfusun nasıl azaltılacağının da detaylarına girmeyeceğim. Bunun çeşitli yöntemleri var. Örneğin, Çin bazı uygulamalarda bulundu ve bana göre belli bir oranda başarılı da olmuşlardır. Çocuk sayısına belirli bir sınırlanma getirilmesinin dışında doğum kontrol yöntemlerinin herkes tarafından uygulanabiliyor olması (bunu da mutlaka orta öğretimden başlayarak herkese eğitimini vermek gerekiyor) gerekir. Özellikle ekonomi okumuş olan bazı arkadaşların nüfus piramidi tersine döndüğünde çoğalmış ve emekliye ayrılmış yaşlanan nüfusun genç nüfus tarafından nasıl desteklenebileceğini sorguladığını duyar gibiyim. Hemen kafasında bu sorunu dillendiren arkadaşlara şunu söyleyeyim: Bunun da çözümü var. İki çözüm önerisi: Emeklilik yaşının olabildiğince geçe çekilmesi (şimdiki yöntemlerle insanlar artık 80’li hatta 90’lı yaşlara kadar sağlıklı bir yaşam sürebiliyorlar; bana göre sağlıklı olan her insanın eskisi kadar yoğun bir tempoda olmasa da çalışabilmesi gerekir) ve robotların devreye girmesidir. Evet, yanlış duymadınız. Robotlar geleceğin dünyasında endüstriden servis sektörüne kadar birçok alanda hayatımızın bir parçası olacaktır. Bunun sonucunda insanların üzerindeki iş yükü hafifleyecektir. 10. Kağıt kullanımının olabildiğince azaltılması ve plantasyonun artırılması (ağaç dikilmesi): Artık dijital bir dünyada yaşıyoruz. Bana göre her şeyin dijital olması gerekir. Hâlâ gereksiz yere bir sürü kâğıt üzerine kontrat imzalıyoruz, günlük gazeteleri kâğıt üzerinden okuyoruz ve notlarımızı kâğıt üzerine alıyoruz. Bütün bunların dijitalize olup bu konularda kağıt kullanımının kalkması gerekir. Başka bir deyişle, bilgisayar üzerinden kontratlara şifreli dijital imzamızı atabilmeli, günlük gazeteleri sadece internet üzerinden okumalı ve notlarımız iPad’lerimizin veya laptoplarımızın üzerine almalıyız. Bir de bunun bir diğer karşılığı toprak kaymasını engellemek ve oksijen salınımı artırmak için bölgeden bölgeye değişecek şekilde bitkilerin dikilmesi gerekir. Unutmayalım dikilen her ağaç doğamıza pozitif katkı anlamına geliyor. 11. Evrenin keşfi ve uzayın nimetlerinden faydalanılması: Bundan birkaç ay evvel ntvmsnbc.com’da benim daha evvel aklıma gelmiş olan ve acaba yapılabilir mi diye düşündüğüm bir konsept hakkında haber okudum: Uzay madenciliği. Haberde, bir grup zengin girişimcinin ‘Gezegen Kaynakları’ adını taşıyan bir şirketi hayata geçireceği ve bu şirketin uzayın dört bir yanına keşif robotlarından oluşan bir ordu göndermeyi ve değerli madenleri taşıyan gök cisimlerini tespit ederek uzayda madencilik yapmayı öngördükleri yazılmıştı. Gezegen Kaynakları’nın ortakları arasında Google CEO’su Larry Page ve Başkanı Eric Schmidt, Microsoft’un eski baş tasarımcısı Charles Simonyi, Dell Yönetim Kurulu Başkanı Ross Perot Jr., ünlü yönetmen James Cameron, emekli astronot Tom Jones, roket mühendisi Chris Lewicki ve gökbilimci Sara Seager da yer alıyormuş. Bu habere göre sadece dünyanın yörüngesinin yakınlarında, genişliği 45 metre civarında olan dokuz bin asteroit bulunuyor. Bu göktaşlarından bazıları, bir yılda tüm dünyada çıkarılan platinden daha fazlasını içeriyor. Uzmanlar tarafından dünyadaki platin kaynaklarının diğer fosil yakıtlar gibi önümüzdeki birkaç yüzyılda tükeneceği varsayılırsa ve 800 metre genişliğinde bir asteroidin yüzeyini sadece birkaç metre derinliğinde kazarak 6 milyar dolar değerinde 130 ton platin elde edilebileceği düşünülürse bu uçuk iş modelinin aslında ne kadar kârlı olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Gök cisimlerinde platin dışında ayrıca paladyum, osmiyum ve iridyumdan gibi nadir metaller de bulunuyor. Bu nadir metaller adı gibi dünyada az bulunuyor ve aklımıza gelmeyecek birçok yerde kullanılabiliniyor. Özetle dünyada sınırlı olan madenleri elde etmek için dünyanın altını üstüne getireceğimize bunu uzaydaki asteroidlerden, uydulardan ve diğer gezegenlerden elde etme fikri bana mantıksız gelmiyor. 12. ARGE çalışmalarına kamu ve özel sektörden tam destek: ARGE çalışmalarına ilişkin olarak yapılacak ve geliştirilecek o kadar fazla teknoloji var ki, bu konuda dünyadaki bütün uzmanların seferber olmaları gerekiyor. Burada belirtmek istediğim, devletlerin ARGE çalışmalarına daha fazla destek vermesi gerekiyor. Özel sektörün her sene gelirinin belli bir kısmını yaptıkları işle ilgili ARGE çalışmalarına ayırması gerekiyor. Ayrıca, dünyadaki bütün üniversitelerin ARGE çalışmalarına daha fazla eğilmesi ve her sene herhangi bir uzmanlık alanında bir yeniliğe imza atmaya çalışmaları gerekiyor. Son olarak, ilgili sivil toplum kuruluşlarının devrede olması gerekiyor. Bazı vakıf ve derneklerin sahip olduğu fonların insanlığın gelişimi için yapılacak ARGE çalışmalarına aktarılması gerekiyor. Bütün bu finansal kaynaklar ne gibi sürdürebilirlik için hangi ARGE çalışmalarında mı kullanılacak? O kadar çok var ki. Benim şimdi aklıma gelenler: Enerji depolama, kablosuz enerji iletimi, enerji üreten boyalar, uzayda yer alacak güneş enerji sistemleri, solar elektrikli araçların geliştirilmesi, uzay madenciliği, dijital sistemlerin geliştirilmesi, atıkların değerlendirilmesi ve doğal döngüye kazandırılması, su teknolojileri, vs. Sürdürülebilirlik ve ekolojik dengenin sağlanması alanlarında daha gideceğimiz çok yol, yapacağımız çok iş var. Yeter ki insanoğlu istesin