Posts

LAST OPEN CALL FOR VENICE ARCHITECTURE BIENNALE 2016

EVRENSEL PROJE 2016 VENEDİK MİMARİ BİENALİNE SON AÇIK ÇAĞRI..

Untitled

15.si düzenlenecek “Venice Architecture Biennale” bu yıl da dünya çapında bir sansasyon yaratıp ilgi çekmeyi başardı. Gelecek ay sonunda başlayacak etkinliğe dünyanın birçok ülke katılmakta olup Alejandro Aravena’nın tarafından yönetilmektedir. Bienalin teması ‘Reporting from the front ‘ olarak açıklandı.

The 2016 Venice Architecture Biennale, directed this year by Alejandro Aravena, have taken more attention all around the world about the central exhibition and associated projects which will be on display next months end in Venice. 

venedik bienal 2016

scsc

Proje evrensel bir açık çağrı formatındadır. Seçilen çalışmalar ise 28 Mayısdan 27 Kasım a kadar Sverre Fehn Designed Pavilion’da sergilenecektir.

The announcement is accompanied by an open call for completed projects that address these challenges. Selected projects will be displayed in the Sverre Fehn-designed pavilion at the Venice Biennale from May 28th to November 27th 2016.

wcdas

Bianelin bu seneki ana teması ise ‘Reporting from the Front’ (Gelecekten bildirmek) üzerine olup futuristik mimariyi hedef almaktadır. Katılan Mimarlardan çalışmalarında doğal afetler, konut sıkıntısı, göç, kirlilik, eşitsizlik, trafik ve bunun gibi toplum sorunlarına göndermelerde bulunmaları beklenmektedir. Dünyanın dört bir yanındaki insanların yaşam şartlarının iyileştirilmesi için mimarların rolünün araştırılması hedefleniyor.

According to La Biennale, ‘Reporting from the Front’ will form one single show spanning the venues. “Reporting from the Front” will share work from Architects tackling issues relating to segregation, inequality, suburbia, sanitation, natural disasters, the housing shortage, migration, crime, traffic , waste, pollution, and community participation. The living conditions of people around the world aimed to investigate the role of the architects for improvements.

venedik bienal 2016 türk pavyon

 

Yüz yılı aşkın bir süredir faaliyet gösteren Venedik Bienali, dünyanın en seçkin kültürel kurumlarından biri olarak kabul ediliyor.

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu na geçmiş den günümüze kısaca göz atacak olursak..

Türkiye, Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi’nde ilk kez 1991 yılında Beral Madra’nın kişisel çabaları ve TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle yer aldı. Beral Madra, 1991-2001 yılları arasında bienalde yer alan Türkiye sergilerinin küratörlüğü ve komiserliğini üstlendi.

Türkiye Pavyonu, 2003 yılında TC Dışişleri Bakanlığı’nın da desteğiyle bir mekân kiralanmasıyla başlatıldı. 2003 yılındaki ilk Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğü ve komiserliğini de 2007 yılına dek Türkiye’nin Venedik Bienali’ne katılımını sağlayan Beral Madra üstlendi. İlk Türkiye Pavyonu’nda, Gül Ilgaz, Ergin Çavuşoğlu, Neriman Polat, Nazif Topçuoğlu ve Nuri Bilge Ceylan’ın katılımıyla düzenlenen “in Limbo” adlı sergi yer aldı.

2005 yılında Venedik Bienali 51. Uluslararası Sanat Sergisi’ndeki Türkiye Pavyonu’nda, Hüseyin Çağlayan’ın Palazzo Levi’de gösterilen ve Tilda Swinton’ın oynadığı “Olmayan Varolma” adlı video çalışması yer aldı. Serginin küratörlüğünü Beral Madra, koordinatörlüğünü ise Murat Pilevneli yaptı.

Türkiye Pavyonu’nu 2007 yılından bu yana, İstanbul Kültür Sanat Vakfı düzenliyor. Bienale davet edilecek sanatçı ve sanatçıları belirleyecek küratör iki yılda bir değişen Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Danışma Kurulu tarafından öneriliyor.

2007 yılında Venedik Bienali 52. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü üstlenen Vasıf Kortun, pavyon için bir proje geliştirmek üzere Hüseyin Bahri Alptekin’i davet etti. Alptekin’in “Don’t Complain” adlı yerleştirmesi, girişleri yarı kemerli, her biri özgün beş tekil hücreden oluşuyordu.

2009 yılında Venedik Bienali 53. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda küratörlüğünü Başak Şenova’nın üstlendiği  “Lapses/*” başlıklı proje yer aldı. Proje, Banu Cennetoğlu’nun “KATALOG 2009” ve Ahmet Öğüt’ün “İnfilak Etmiş Kent” başlıklı işlerinden oluşuyordu.

Venedik Bienali 54. Uluslararası Sanat Sergisi’nde Türkiye’yi “Plan B” adlı işiyle Ayşe Erkmen temsil etti. Türkiye Pavyonu, Fulya Erdemci’nin küratörlüğünde ve Danae Mossman’ın küratöryel işbirliğinde gerçekleştirildi.

2013 yılında gerçekleştirilen Venedik Bienali 55. Uluslararası Sanat Sergisi’nde Emre Baykal’ın küratörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu’nda Ali Kazma’nın “Rezistans” başlıklı video serisi yer aldı.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla Türkiye, 2014 yılından itibaren Venedik Bienali’nde uzun süreli bir mekâna sahip oldu. Arsenale’de 2014-2034 yılları arasında tahsis edilen bu mekân sayesinde Türkiye Pavyonu, 2014 yılında ilk kez Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde de yer aldı.

7 Haziran-23 Kasım 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde Türkiye Pavyonu’nda küratör Murat Tabanlıoğlu ve proje koordinatörü Pelin Derviş’in sergi ekibinde yer alan Ali Taptık, Alper Derinboğaz, Candaş Şişman, Metehan Özcan ve Serkan Taycan’la beraber hazırladığı Places of Memory (Hafıza Mekanları) başlıklı proje yer aldı.

9 Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilen Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda Sarkis’in eserleri yer aldı.  Defne Ayas küratörlüğünde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı koordinasyonuyla gerçekleştirilenTürkiye Pavyonu sergisi, bienalin ana mekânlarından Arsenale’deki Sale d’Armi binasında yer aldı.

Bu yıl 28 Mayıs – 27 Kasım 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilecek Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda, Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar ve Feride Çiçekoğlu’nun önderliğindeki Hüner Aldemir, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın’dan oluşan ekibin hazırlayacağı; Namık Erkal ile Cemal Emden’in destekleriyle şekillendirilecek Darzanà başlıklı proje yer alacak

Türkiye Pavyonu Sponsorları

Türkiye Pavyonu, TC Dışişleri Bakanlığı ile TC Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde gerçekleştiriliyor.

Uluslararası Sanat Sergisi’nde yer alan Türkiye Pavyonu 2007 yılında Garanti Bankası tarafından desteklenirken, 2009 yılında İKSV’nin kendi imkânları ile yapıldı. 2007’de başlatılan Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Dostları programı 2011 yılında da pavyonun gerçekleştirilmesine katkıda bulundu. 2011, 2013 ve 2015’te sponsorluğu Fiat tarafından üstlenilen Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, 2013 ve 2015 yıllarında SAHA Derneği’nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirildi.

2014 yılında 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde yer alan Türkiye Pavyonu ise Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda, Häfele’nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirildi. 2016 yılında düzenlenecek 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu yine Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğu ve Competenza’nın prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirilecek.

Türkiye’nin Venedik Bienali sergilerinde uzun süreli bir mekânda yer almasını sağlayan kişi ve kurumlar arasında Akbank, Mehveş-Dalınç Arıburnu, Berrak-Nezih Barut, Ali Raif Dinçkök, Vuslat Doğan Sabancı, Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Enka Vakfı, Nesrin Esirtgen, Eti Gıda San. ve Tic. AŞ, Ahu-Can Has, Öner Kocabeyoğlu, MAÇAKIZI, Tansa Mermerci Ekşioğlu, Polimeks Holding, SAHA, Taha Tatlıcı, T. Garanti Bankası AŞ, Vehbi Koç Vakfı, Zafer Yıldırım, Yıldız Holding AŞ yer alıyor.

 

SLEEP WITH FISHES IN THE FLOATING VILLAS!

YÜZEN VİLLALARDA BALIKLAR İLE UYUYUN!

Yüzen villalarda ön manzarada yaşamak isteyenler yazımız sizler için. Deniz yaşamı içinde ön sırada yüzen villa nerede mi? Basra Körfezi sularında ve mercan kayalıklarının panoramik manzarası içinde tavandan tabana pencereler ile çevrili olan Dubai’de yüzen villalar projesinde. Su altında yer almakta olan yatak odalı, banyolu muhteşem, yeni yüzen villalar ile deniz altı yaşama ilgi duyanlara ultra zengin seçenekler var. Kleindienst Group tarafında organize edilen, muhteşem denizaltında tasarlanan, özel yüksek kaliteli, deniz onaylı malzemeler ile futuristik tasarlanmış deniz yaşamını destekleyen yüzen rüya villalarda sadece gelecekde değil günümüzde de artık yaşamak mümkün!

Doğa, her coğrafyada farklıdır . Günümüzde yemyeşil coğrafyaları çöle çeviriyoruz. Fakat Dubai, bu olumsuz durumun istisnasıdır. Dubai, çölü yeşil-mavi doğaya çeviriyor. İkliminin özellikleriyle kurak bir çölden farksız olan kent, şimdilerin lüks yaşamın göz bebeği! “Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur” sözünü doğrularcasına.Ünlü gökdelenleri ve yüksek binalarıyla, dünyanın en pahalı kentlerinden olup pahalı projeleriyle tanınan Dubai’den oldukça pahalı ve dikkat çekici bir proje bu yazımızın konusu. Projenin hedefi ise oldukça etkileyici bir nitelik taşıyor. Zira, Dubai’de yapılması hedeflenen tam 300 tane yapay adanın tasarımı bulunuyor. Fakat bu projenin gerçekleşmesi için biraz daha zaman gerektiği belirtiliyor. Bizlerde sizler için bu eşsiz yüzen villa projesinin detaylarını inceledik. İsterseniz hep birlikte göz atalım.

İşte karşınızda Dubai’nin adalar üzerindeki yüzen lüks villaları…

Biz mimarların, tasarımcıların yakından takip ettiği ve bildiği gibi Dubai’de yapılması beklenen ana projede 6 adacığı bulunan bir takımadanın üzerinde inşa edilecek 42 göz kamaştırıcı villa projesi bu. Bu projenin ilginç bir tarafı da 3 katlı yapılacak villaların bir katının su altında iki katının da su üstünde kalacak şekilde tasarlanmış olması. Gerçekten merak uyandıran bu villaların su altında kalacak yatak odalarından muhteşem deniz canlılarını ve Dubai’nin tertemiz sularının güzelliğini seyredebileceksiniz.Kleindienst Group CEO’su Josef Kleindienst’ın bir basın açıklamasına göre Villalar 2016 yılının sonunda da tamamlanması planlanıyor. 2017 yılına kadar da içinde yaşanması bekleniyor.

Bu durumda doğaseverler için dünyanın en inanılmaz projelerinden biri hiç şüphesiz yüzen adalar projesidir. Sayısı 20 tane olan ve şeklide Güneydoğu Asya adalarını andıran adaların üzerinde yapılacak ultra lüks villa ile kişiye özel bir plaj bulunacak. Oldukça güzel bir proje olan yüzen adaların üzerindeki villanızı da kendinize göre dizayn ettirebilecek ve ultra lüks bir evde harika bir manzara eşliğinde keyif sürebileceksiniz.Hayata geçirilmesi beklenen bu projeler sayesinde, Dubai lüks yaşamda bir üst aşamaya geçerek dünyanın en lüks kentlerinden biri olduğunu bunu da var olan doğa ile değil de kendi tasarladığı yarattığı doğa ile gerçekleştirmiş olacak.

Dubai’de Su Altı Odalarına Sahip Yüzen villa Projesi

Dubai’de su altı odalarına sahip yüzen apartman kompleksleri 42 odalı bot ve villalardan oluşuyor.

Her villa 152 m²’lik alan kaplıyor. Beş ebeveyn yatak odası ve banyo villanın en alt katında suyun mavilikleri arasında bulunuyor.Orta kat ise tam teşekküllü mutfağı ve geniş yemek alanı ile harika bir yaşam alanı sunuyor.

 

Villalar birisi su altında olmak üzere 3 kattan oluşuyor.En üst katta duş, özel küçük bir mutfak ve banyo yerine jakuzinin hemen yanında bir mini bar bulunuyor.

Tüm katların yerden tavana kadar uzanan pencereleri sayesinde eşsiz bir manzara sizi bekliyor. Bu villa adeta size özel bir akvaryum gibi. En üst katda var olan oturma salonu ile tüm doğaya hakim olan bir manzaraya sahip…

Tüm katların yerden tavana kadar uzanan pencereleri sayesinde eşsiz bir manzara sizi bekliyor.Bu villa adeta size özel bir akvaryum gibi…

BEACHFRONT PARADISE..

UNIQUE ARCHITECTURE OF TADAO ANDO IN MEXICAN

MEKSİKA’DA EŞSİZ TADAO ANDO MİMARİSİ
Mimarlık eğitimi almamış olmasına rağmen 20. ve 21. yüzyılın en önemli mimarlarından biri olan Tadao Ando, ​​Meksika Monterrey’deki Cumbres Milli Parkı icinde la Sierra de las Mitras tepesine bakan bu evi doğa aşığı üç çocuklu Meksikalı bir aile için tasarlamış.
IMG_1356-2
Mimarlığın Nobeli sayılabilecek Pritzker Mimarlık Ödülü sahibi olan Tadao Ando ​​her zaman olduğu gibi yine beton, su, cam, peyzaj, günışığını ustaca yorumlayarak konut mimarisinde minimalizmin eşsiz örneklerinden birini ortaya koymuş.
IMG_1351-3
 Tadao-Ando-1Kesintisiz manzaraya karşı konumlandırılmış yaşam alanı ile ana yemek salonu yüksek geniş camların ardından anıtsal bir portal ile kayalıklar arasına gizlenmiş beton çatılı eşsiz bir terasa açılıyor. Yalın japon bahçesi üzerinden uçup giden havuzun doğayla birleştiği noktada sona ererken uçsuz bucaksız bir vadiyi kucaklıyor.
IMG_1353-4
Tüm mekanlar iki kat boyunca yükselen devasa bir kitaplığın etrafına yerleştirilmiş. Raflar dolusu kitabın televizyon ve bilgisayarın yerini aldığı bu alan evin kalbi.
IMG_1347-5
IMG_1354-6
Usta mimar yaşam odasında ve ana yemek salonunda koyu renkli mobilyalar kullanarak günışığının parlaklığını öne çıkarıyor. Ando’nun mimaride ışığa ne denli hakim oldugunu gözler önüne seriyor.
 IMG_1349-7
Ebeveyn yatak odası olabildiğince az eşya ile düzenlenmiş. Görsel kirliliğe yer yok; perde yok, halı yok, yatak başı yok … Sadeliğin sunduğu dinginliği, sessizliği, huzuru hissetmek zor değil.
 IMG_1350-8
Arka cephede egzotik bahçeye açılan ebeveyn banyosu beyaz mermer kaplı zemin üzerine yerleştirilmiş deniz kabuğu formlu küveti, camdan duş kabini ile evin en keyifli mekanlarının başında geliyor.
IMG_1352- 9
Çelik, cam ve betonun birlikteliğini en iyi şekilde yansıtan merdivenlere gelince; Tadao Ando katları biribirine bağlayan basamaklarda, duvarlarda ve tavanda betonu tercih etmiş. Meksika’da yüksek kaliteli beton yapımına uygun çimento olmadığı için betonu Japonya’dan getirtmiş. Hatta bir rivayete göre Ando betonun kalitesini yalayarak test ediyormuş… Evin inşaatı 2009 yılında başlayarak 2011’de sona ermiş. Bu değerli yapıya ait bilgilerle Edmund Sumner’ın fotoğraflarıyla görsel bir şölene dönüşen kareler Residences Décoration dergisinden alınmıştır.

FRANK GEHRY’S CONTROVERSIAL DESIGN:LOUIS VUITTON FOUNDATION

 FRANK GEHRY’NİN TARTIŞMA YARATAN TASARIMI:LOUIS VUITTON VAKFI

Paris’te geçen yıl açılan Louis Vuitton Vakfı‘nın yeni cam binası şehrin cazibe merkezi olmaya aday. Amerikan asıllı Kanadalı ünlü mimar Frank Gehry tarafından tasarlanan Louis Vuitton Vakfı, çeşitli sergiler, koleksiyonlar ve konserlere ev sahipliği yapacak.İşin dikkat çeken ve tartışma yaratan kısmı, bizim de fazlasıyla yakın olduğumuz bir konuyla benzerlik taşıyor. Zira Arnault, bu proje için Paris’in ikinci büyük parkı, 1860 yılında Napoleon’un Hyde Park’a özenerek yaptırdığı Bois de Boulogne’daki  ”Jardin d’Acclimatation” ı seçti. 2007’de imar izni alınınca eleştiriler yükseldi. Davalar açıldı, mahkeme projeyi durdurdu. Ancak vakfın sanata ve kente büyük katkı sunacağı göz önünde bulundurulduğu için Halk Meclisi’nden özel bir yasa geçirildi. 100 mühendis ve 3 bin işçinin seferberliğiyle binanın yapımı altı yılda tamamlandı.

13 yıllık bekleyiş, 140 milyon dolarlık bütçe…Ünlü mimar Frank Gehry’nin imzasını taşıyan, Paris’in yeni sembolü olmaya aday. Çok konuşulan ‘Louis Vuitton’ vakfının içinde neler var?
“Hedeflenen maliyet 100 milyon dolardı, 40 milyon dolar kadar üzerine çıkıldı. Sonuçta hayalin fiyatı paha biçilmez” Bunlar lüks tüketim imparatorluğu Louis Vuitton Moët Hennessy’nin patronu Bernard Arnault’ya ait. Maliyeti ‘biraz’ aşan bina, Eiffel ya da Sacré-Cœur gibi Paris’in sembollerinden biri olacağına kesin gözüyle bakılan ‘Fondation Louis Vuitton.’ Dâhi mimar Frank Gehry imzası taşıyan sanat müzesi, 27 Ekim’de kapılarını açtı. Karl Lagerfeld, Anna Wintour, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande gibi ”crème-de-la crème” davetliler müzeye doluştu. 13 yıldır beklenen an sonunda gerçekleşti.

Şahsi serveti 32.1 milyar dolar olan Arnault’nun ”Paris’e bir sanat müzesi hediye edelim, şanımız yürüsün” projesinin çıkışı Bilbao’daki Gehry imzalı Guggenheim Müzesi’ni gezmesiyle gelişti. İkili New York’ta buluştu, el sıkıştı, Gehry 60 ayrı projenin maketini hazırladı. Bu projenin tek arayışı uygun yer bulabilmekti. Bulunan yer için açılan davalar sonucu gelinen son durum.
Bilirkişiler tarafından Paris’te bulunan Louis Vuitton Vakfı‘nın yeni cam binası şehrin cazibe merkezi olmaya aday! 13 bin 500 metrekarelik alana yapılan müzenin halk arasındaki ismi ise ”Buzdağı”.  Sebep ise tasarımı; yelkene benzeyen 12 camdan panel, bir buzdağını andıracak şekilde yerleştirildi. İtalya’da özel olarak üretilen camdan yelkenlerin ışık oyunları. Bina güneş ışınlarını öyle bir yansıtıyor ki, burada hedeflenen proje doğadan aldığı gücünü her tarafa yansıtıyor sanki.

Tasarım harikası bina sadece defile yapmak, çanta koleksiyonlarını sergilemek için yapılmadı. Asıl amaç çağdaş sanatçıların eserlerine dev bir platform açmak. Malzeme konusunda ise hiç sıkıntı yok. Vakfın sahip olduğu eserlerin yanında Arnault’nun kişisel koleksiyonu da galerilerde sergilenecek . Fransa’nın en zengin adamı olunca koleksiyonunuz da hayli iddialı oluyor: Picasso, Yves Klein, Henry Moore, Andy Warhol, Jeff Koons, Agnes Martin gibi pek çok sanatçının eserleri müzeye taşınacak. Yer sıkıntısı da yok: 46 metre yükseklikteki binada 11 sergi salonu, 350 kişilik konferans salonu var.

Bu arada Gucci’nin sahibine meydan okumak mı diye başlayan tartışmalar devam etsin.50 yıl sonra müzeyi vakıf mülkü olmaktan çıkarıp kente bağışlayacak Arnault’nun asıl amacı ‘Paris’e sembol bina hediye etmek’Pinault ise müze projesini ilk gündeme getiren isim.

Louis Vuitton Müzesi’nin, tarihi 19. yüzyılın ortalarına uzanan Paris’in en büyük ikinci parkı Bois de Boulogne’da inşa edileceği haberi yerel halktan büyük tepki toplamış olsa da projenin parkın bütünlüğünü bozacağı iddia edilerek açılan dava sonucunda mahkeme tarafından proje durdurulmuştu. Ancak vakfın bu projeyle sanata dünya çapında büyük bir katkı sunacağı göz önünde bulundurularak Halk Meclisi’nden özel bir yasa geçirildi. Tasarımında kamu yararı olan bir projenin imar kurallarına uymadığı, kamunun alanını işgal ettiği iddiaları tartışmaları doğurmuş ancak Paris Belediyesi’nin büyük desteğiyle proje hayata geçirilmişti.


Sonuçta ünlü mimar Frank Gehry’nin imzasıyla bugün Louis Vuitton Müzesi açılmış oldu. Türkiye gündeminde sıkça yer alan tartışmalara benzer bu tartışma , bu kez dünyaca tanınmış bir mimarın marka projesiyle de yeniden gündemdeyken bir soruda doğa sever mimar olarak bizden gelsin. Frank Gehry tarafından Paris’in tarihi parkında tasarlanan Louis Vuitton Müzesi’ni yeşil doğanın içinde gerçekleştirmek için kesilen tarihi ağaçların sorumluluğunu kim üstleniyor?. Mimarın ne kadar başarılı veya tanınmış olması, tasarımın gerçekleşme özgünlüğü için yeterli mi? Dahası Louis Vuitton Vakfı tarafından yaptırılan bu binanın tarihi ağaçların olduğu bir park alanında inşa edilmesinde Frank Gehry’nin sorumluluğu var mı? Bu soruyu her projesini takdir ederek takip ettiğimiz Frank Gehry’e şahsen sormak isterdik. Belki bir gün… kimbilir!

 

 

 

REFLECTED PEACE IN THE WATER

SUYA YANSIYAN HUZUR

Gölden yükselen sisin arkasında belli belirsiz görülen bu yapı bir hafta sonu evi.
Karşıdaki ahşap iskeleye nispet yaparcasına ayaklarını suya sarkıtmış, huzurlu bir hafta sonuna davet ediyor.

IMG_1327

IMG_1328

 

Evin göle bakan yemek bölümü sade, yalın masif bir ​​masa ve banktan ibaret!
Çünkü burada star olan  sadece ‘Göl’
Masif ahşap zemin, ham keten perdeler sakin  huzurlu bir ortamı vadediyor.
İçi dore dışı siyah sarkıt lambalar  parlamak için adeta gölün kararmasını bekliyor. Okuma dinlenme odası “Gri” “Mavi”, “Hardal” “Sarı’nın”  tüm tonları ile neşeli keyifli bir atmosfere bürünmüş, hafta sonunu iple çekiyor. Sarı  gri kırlentler mavi kadife kanepenin üzerinde öne çıkmak için biribiriyle yarışıyor. Duvar rafınına özenle yerleştirilmiş küçük heykelcikler, aksesuarlar odanın renklerine uyumu doğruluyor kitaplar ve sarı metal sehpanın keyfine  hiç diyecek yok.

IMG_1329

Evin ana mekanı olan şömineli salonda vintage mobilyalar yer alıyor. Antrasit, bej  ve gri tonlarıyla patine edilmiş degrade duvarlarla aynı renkteki halıya pastel tonlarda ekose desenli bir berjer kanepe ile iki adet vintage koltuk eşlik ediyor. Ortama enerji katan dore sehpalar adeta şöminenin ışığını kıskanırcasına konuklarını sıcak sohbetlere davet ediyor.

IMG_1330

Yatak odasına gelince; o antrasitin vazgeçilmez dinginliğini elbise dolapları ile yakalamış. Zemindeki beyazlatılmış doğal meşe parke ile uyumlu ahşap kenarlı modern yatak bir kez daha gri ile beyazın keyfini nevresim ve yastıklarla tamamlamış. Sarı ayaklı lamba  yatak başının en yaramaz aksesuarı!IMG_1331

 

NATURE LOVER GISELE BÜNDCHEN AND TOM BRADY’S ECOLOGICAL HOUSE

DOĞASEVER GİSELE BÜNDCHEN VE TOM BRADY’NİN EKOLOJİK EVİ

1990 yılından bu yana moda dünyasını etkisi altına alan birçok yazılı ve görsel reklamda, dergi kapaklarında yer alan Gisele Bündchen Forbes’e göre eğlence ve moda dünyasının en zengin 16. kadını. 150 milyon dolarlık servetine, 2006 yılında 33 milyon dolar daha ekledi ünlü model. Guinness Rekorlar Kitabı’nda dünyanın en zengin süper modeli olarak yer alan Bündchen, Amazon Ormanları’nın kurtulması için 3 milyon dolarlık proje geliştirmesi ile doğaseverlerin de dikkatini çeken bir isim. Bündchen’in eşi Tom Brady ve iki çocuğuyla yaşadığı şatoyı bu yazımızda sizler için mercek altına aldık. 26 Şubat 2009 tarihinde Amerikan futbol oyuncusu Tom Brady ile evlenmiş ve bu evlilikten bir oğlu bir de Vivian Lake isimli kız çocuğu doğuran Bündchen’in eşi Tom Brady ve iki çocuğuyla paylaştığı ev, masallardan fırlamış misali bir rüya ev..

dam-images-decor-2013-09-athletes-revisited-athletes-revisited-22-tom-brady-gisele-bundchen-los-angeles-homedam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-green-tips-eco-tips-08-gisele-bundchen-reuse-wastewater-home-exteriordam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-25-gisele-bundchen-tom-brady-outdoor-waterfall-extra

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-11-gisele-bundchen-eco-home-gardendam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-green-tips-eco-tips-11-gisele-bundchen-home-exteriorÇekiminin AD dergisi tarafından yapıldığı Model Gisele Bündchen, Tom Brady ve çocukları ile Los Angeles da yaşadığı evinin mimarisi Landry tasarım grubu, iç mimarisi Joan Behnke & Doç, peyzaj tasarımı ise Dennis Hickok tarafından yapılmış. Evin dikkat çeken en önemli özelliği stil kaygısı taşımasından çok rahatlığa ve doğaya önem vermesine rağmen oldukça şık.

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-03-gisele-bundchen-tom-brady-eco-home-exteriordam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-24-gisele-bundchen-tom-brady-pool-house-extradam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-14-gisele-bundchen-tom-brady-eco-pool-view
AHŞAP VE METAL

Evin genelinde sık kullanılan malzemelerden metal ve ahşap oldukça dikkat çekiyor.

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-04-gisele-bundchen-tom-brady-eco-home-great-roomdam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-01-gisele-bundchen-tom-brady-outdoor-loggiadam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-09-gisele-bundchen-tom-brady-eco-home-dining-roomdam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-21-gisele-bundchen-tom-brady-boys-bedroom

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-33-gisele-bundchen-tom-brady-stairwell-extradam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-32-gisele-bundchen-tom-brady-interior-extradam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-15-gisele-bundchen-tom-brady-hallway

Gisele Bündchen’in eşi Tom Brady ile yaşadığı evin belki de en sıcak yerlerinden biri, mutfağı. Bündchen, mutfağın inşaası sırasında,tasarımında ailesinin mutfağından esinlendiğini söylüyor. Mutfakta ahşap ve metal rengin ağırlıkta olmasını isteyen Bündchen, çocuklarıyla burada bol bol vakit geçirdiklerini söylüyor.

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-08-gisele-bundchen-tom-brady-eco-home-kitchen

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-07-gisele-bundchen-tom-brady-eco-home-breakfast-room

AİLE ODASI

Tom Brady, evde yumuşak renklerin kullanıldığını ve rahat koltuklar tercih ettiklerini söylüyor: “Gisele ve benim geniş ailelerimiz var. Hepimizin bir arada güzel vakit geçireceği bir alan yaratmak istedik. Bu evde çocuklarımız rahat rahat koşabilir ve ailece sabahlara kadar keyifli vakit geçirebiliriz.”

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-05-gisele-bundchen-tom-brady-eco-home-family-room

SPOR SALONU

Amerikan futbolu oyuncusu Tom Brady ile ünlü manken Gisele Bündchen’in evlerinde en önem verdikleri köşelerden biri, spor salonları. Birçok spor merkezinden bile daha iddialı olan bu salonda ünlü çift, her gün birkaç saatlerini geçiriyor. Fiziğinin sırrı bu oda da!

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-18-gisele-bundchen-tom-brady-home-gym

GİYİM ODASI

Ünlü manken, asla kıyafetlere çok para harcamadığını söylüyor. Her sezon kendi tarzını yansıtan birkaç parçaya yatırım yapan ve ardından eski eşyalarını bağışlayan Bündchen, kıyafete çılgınca kafa yorulmasını da anlamadığını belirtiyor.

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-17-gisele-bundchen-tom-brady-closet

BANYO DAKİ RAHATLIK

Gisele Bündchen, banyonun bile bir oturma odası şıklığında ve rahatlığında olmasını istemiş. Banyosunu çiçeklerle süsleyen ünlü manken, cam detaylara önem verdiğini söylüyor.

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-22-gisele-bundchen-tom-brady-master-bath

dam-images-celebrity-homes-2013-gisele-bundchen-and-tom-brady-brady-20-gisele-bundchen-tom-brady-master-bath-terrace

 

EERE LANDSCAPES, FROM ISTANBUL

İSTANBULDAN ÜRKÜTÜCÜ MANZARALAR, İnsan hayatı söz konusu olduğunda, hiçbir zaman hesap vermeyen bir yönetim anlayışına sahibiz. Şehri şehir, kentliyi de kentli yapan en önemli unsur kentsel dış mekan yaşantısıdır. Türkiye’nin bir çok şehrinde olduğu gibi göz bebeğimiz İstanbul’da da kentsel dış mekan yaşantısı oldukça zayıftır. Çevremize şöyle bir göz ar-tarsanız bunu görmeniz hiç de zor olmayacaktır. Ayrıca, bunun sadece Boğaz’da değil, şehrin her yanında bulaşıcı hastalık gibi yayıldığını görürsünüz. İstanbul büyüdükçe, geniş alanlara yayıldıkça, bu soruna çözüm bulunması gerekirken, sorun İstanbul!un büyümesine paralel olarak daha çok büyümüştür. Sorunları maddelemek gerekirse tarihsel süreklilik çerçevesinde  çevre kararketi ve çevresel kimlik bozukluğu, insani ölçeğin kaybolmuş olması ilk sıraları alır. Tüm bunların sonucunda da çirkin manzaralar olmuştur. İnsanı insan yapan mekanlarda değil, yaşantıdan uzak yerlerde yaşanılarak yanlış noktalara gelinmiştir.

istanbuldan ürkütücü manzaralar2 copy

Diğer kentlerimizin yanı sıra, dünya güzeli İstanbul’umuzda yaşamak keyif olması gerekirken kabus olmuştur. 1999 yılında yaşadığımız depremlerin ardından yaşanan büyük can ve mal kayıpları, kaçak ve ruhsatsız çarpık yapılaşmalarda, gecekondu bölgelerinde, çoğu denetimsiz inşa edilmiş binalarda meydana gelmiştir. Özellikle bilime aykırı imar planı alanlarındaki bu yapılaşmalarda zemin özellikleri dikkate alınmamış; fay hatları, su havuzları, heyelan bölgeleri yapılarla doldurulmuştur. Türkiye’de 1940’lardan bu yana, plansız yapılaşmanın hakim olmaya başlaması sonucu deprem felaketleri ve doğal afetler kaçınılmaz olmuştur. İmar planı olmayan ve imara açılmaması gereken bölgeler siyasi kararlarla yüksek katlı yapılaşmaya açılmıştır. İmar afları, depreme davetiye çıkaran kaçak ve ruhsatsız yapılaşmaya, plansız kentleşmeye ve çirkin manzaraların oluşmasına ön ayak olmuştur.

istanbuldan ürkütücü manzaralar3

Daha önce de bilim adamları , meslek odaları, üniversiteler tarafından, özellikle İstanbul’un Türkiye’nin en önemli deprem kuşaklarından birinin üzerinde olduğu bilinmesine rağmen, önlemler alınamamıştır. Ne yazık ki fatura ağır olmuştur ve kayıplarımız oldukça fazladır. Kayıplarımızın önemli bölümü ise aslında bir doğal afete ya da depreme değil, bina-kötü zemin olarak formüle edilen bir anlayışa kurban gitmiştir. İnsan hayatı söz konusu olduğunda hiçbir zaman hesap vermeyen bir yönetim anlayışına sahip ve bu çeşit felaketlere maruz kalınan ülkemizde, bu imar düzeninin tek sorumlusu sadece deniz kumu kullanan müteahhitler değil, imar aflarının yasallaşmalarına sebep verenlerdir. Bu sistem ya da sistemsizlik, vurguncu inşaat sektörünün eşşiz çirkinlikte ve ayakta zor duran binalar yapmasına izin vermiştir.

istanbuldan ürkütücü manzaralar4

Bahsi geçen sistem ; plan ve yönetmelik denetiminden yoksun çevreye, en başta da insana ve insan denetiminden yoksun çevreye, en başta da insana ve insan sağlığına duyarsız düzenin tek sorumlusudur. Bu sisteme çözüm ise imar reformunu gerçekleştirmek ve imar konusunda ne olursa olsun taviz vermemektir. Bu konuda taviz verenler kim olurlarsa olsunlar, mutlaka cezalandırılmalıdırlar. Ayrıca, meslek odalarına kayıtlı kişilerin de sorumlulukları çerçevesinde, görevlerini yerine getirmedikleri taktirde meslek odalarından çıkarılmaları gerekmektedir. Günümüz mimarına gerekli yetki ve sorumluluk verilmelidir. Günümüz mimarı hasara uğramış çevreyi onarmak amacıyla bazı temel hedefler seçmelidir. Bu hedefler, çevreye karşı yitirilen insani ölçeği yeniden kazandırarak, çevreyi yapılar ve dış mekanlar ile bir bütün şeklinde görerek ve kentsel dış mekan yaşantısını canlandırarak gerçekleşmelidir.

istanbuldan ürkütücü manzaralar5

Yeniden yapılanma sürecinde her şeyden önce İstanbul’un çarpık, dengesiz ve kötü yapılaşmasını düzeltecek imar reformu gereklidir. İmar afları ve denetimsiz yapılanma, depremin ve çarpık görüntünün temel  nedenleridir. Bu nedenlere bağlı olarak hiçbir şekilde taviz verilmemelidir. İnsan hayatının sağlıklı,düzenli ve hak edilen bir şekilde yaşanabilmesi için ve yine geleceğe, sağlıklı ve güvenle yaşanabilecek bir çevre bırakabilmek; doğru davranabilmek adına gerekli olan psikolojik yapıya sahip bir toplum seviyesine ulaşabilmek için bu gereklidir, hatta şarttır.

istanbuldan ürkütücü manzaralar-1

istanbuldan ürkütücü manzaralar-2

ISTANBUL CHURCHES FROM PAST TO PRESENT

İSTANBULDAN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KİLİSELER, İstanbul Tarihi Yarımada’da Bizans İmparatorluğu Dönemi Tanıkları  Kiliseler

Bu sayımızda yazımda İstanbul Kültür Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü Araştırma Görevlisi Sinem Dışkaya’nın “İstanbul Tarihi Yarım Adada Bizans İmparatorluğu Dönemi Tanıkları Kiliseler” Yüksek Lisans Tezine yer vermek istedim: Bizans İmparatorluğu çökmekte olan Roma’nın yerine daha sağlıklı ve uzun sürmesi istenen yeni Roma düşü ile oluşturulmuş bir imparatorluktur. Yeni devlet, Roma’nın devlet yönetimi, şehir kuruluş sistemi, sanatı ve kültürü gibi birok kurum yapısını kendine örnek almıştır. Bizans İmparatorluğu bin yıllık egemenliği süresince, Hıristiyanlığın belirleyiciliğinde, Roma, Grek ve Doğu etkilerinin çerçevesinde, kendi damgasını vurduğu sanatını oluşturmuştur. İmparatorluğun doğu bölgesini yöneten Licinius bölgede Hıristiyanların büyük bir çoğunluk oluşturduğunu görmüş ve  313 yılında Hıristiyanlığı özgür kıldığını belirten bir bildiriyi Nicomedia’da yayınlamıştır. Aynı yıl İmparatorluğun batısını ele geçiren Conctatinus ile Licinius, Milano’da birbirlerinin yönetimini tanıtmak için buluşmuşlar ve Hıristiyanlığı özgür kılan bilgirgeyi yayımlamışlardır [1]. Büyük Theodosius ise 380 yılında Hıristiyanlığı devletin tek geçerli dini olarak ilan etmiştir [2]. Milano bildirgesiyle özgürlüklerine özgü dinsel yapılarını gerçekleştirmeye girişmişlerdir. Kiliseler, vaftizevleri, martyrionlar bu coşkunun mimariye yansımasını oluşturmuştur. İmparatorluğun kültür ve sanat ürünlerinin hem sayıca, hem de değerce en önemlileri Byzantion’da (İstanbul) toplanmıştır. Constantin’in yaptırdığı büyük kiliseler, belirli bir tipe göre yapılmamış olmakla birlikte, genellikle Roma  bazilikalarından etkilenmiştir.Bu planlamalar sonraki dönemlerde evrensel olarak kullanılacak  olan klise mimarisi şemasını oluşturacaktır. İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlılılar tarafından  birçok kilise ve benzeri yapı camiye çevrilmiştir. Günümüzde İstanbul kenti Asya’yı Avrupa’ya, Doğu’yu Batı’ya bağlayan ve kendi adını taşıyan (Boğaziçi denilen eski adı ile Bosporus Trakhios) bir boğazın iki bölüme ayırdığı geniş bir toprak parçası üzerine yayılmaktadır.

kiliseler1 copy

Eski kent ise, günümüzde kenti ikiye bölen boğazın batı yakasının güney ucunda yer alan ve ” Tarihi Yarımada ” olarak tanınan, üçgen bir yarımada üzerine kurulmuştur. Bu yarımada üzerinde bulunan Bizans Kiliseleri, inşa edildikleri dönemin tüm özelliklerini sergilemekte aynı zamanda geçirdikleri değişim-gelişimleri izleme, saptama açısından Bizans mimarisinin karakteristik örneklerini oluşturmaktadır.Bizans mimarisi başlangıçta ilk çağın mimari tiplerinden faydalanmış ve bunları yeni amaçlarına uydurmasını bilmiş, bir çağrış, bir toplantı yeri olan bazilikayı hıristiyanlaştırarak kilise haline getirmişlerdir. Tarihi süreç boyunca Hıristiyan dini kendi iç enerjisiyle yaşayan ve büyüyen bir din olmuştur. Bir din için en önemli iki unsur olan özgürlük ve güven unsurları ise Constantinus  tarafından sağlanmıştır. Böylece, Roma dünyasının kiliselerle kaplandığı ve giderek büyüyen Hıristiyan topluluğunda yoğun bir tanrıbilimsel etkinliğin geliştiği görüldü. İlk kez olarak, imparator vaftiz edildi ve devlet, kilisesinin iç işleriyle ilgilenmeye başladı. [4]. Consrantinus’un, yaptırdığı büyük kiliseler, belirli bir tipe göre yapılmamış olmakla birlikte,söz konusu kiliselerde genellikle ilk Hıristiyan bazilikalarının etkisi görülmekteydi. IV-VI yy.da Bizans kendi mimarlığını aramaktaydı. Bina tipleri, Geç Roma Dönemi tipi kiliselerdi. Uzunlamasına dikdörtgen planlı bazilika tipi yapılar, içi iki sütun dizisi ile üç nefe ayrılmıştı, ortadaki nef yandakilere oranla daha genişti ve narteks adı verilen holden oluşuyordu. Bunun iki yanındaki merdivenlerden yan neflerin üstünde yer alan ve kaldınlara ait olduğu bilinen galerilere çıkılıyordu. Bu bazilikaların üstü, çift eğimli ve kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülüydü. Bu basit ve yalın kilise tipinin örneklerinden biri de V yy.da yapılmış olan ve Constantinople’da ayakta kalan en eski kilise olarak bilinen, Samatya ile Yedikule arasındaki Hagios Studios Manastırıdır. Günümüzde yıkı durumunda olan yapının geniş bir orta nefi, her iki yanında ise birer yan nef bulunmaktadır. Orta nef yan neflerden daha yüksektir.Yan neflerin üzerinde galeriler bulunaktadır, ancak galeri katına çıkan merdiven yıkılmış olduğundan yeri saptanamamıştır. 18.yy daki yangından sonra girişe göre sağ taraftaki sütunlar kaldırılmış, ahşap çatıdan da günümüze hiç bir iz kalmamıştır. Bizans tarihinin en parlak dönemi, bayındırıcı ve sanat destekçisi olan imparator lustinianos’un ( 527-65) yönetimi altında geçen dönemdir.Bizans mimarisinde Ayasofya’nın yapımı ( VII yy. ) ile altın bir dönem açılmış, basit bazilikal plan yerini merkezi kubbeli bazilikaya bırakmış ve Bizans kilisesi kendi anlayışına uygun bir kilise şeması geliştirmiştir. Merkezi planlı yapıların düzeni, kubbeli bazilikaların en görkemlisi olan Ayasofya’da orta nefin üst mimarisinde ve ana mekanda görülmektedir. Dış narteksi, çapraz tonozlarla örtülü geniş bir ana narteks izlemekte, iç kısım ise sütın dizileri ile üç nefe ayrılmıştır. Ora nefin üstünü dört payeye oturan kubbe örtmektedir.

kiliseler2 copy

Ayasofyanın dış görünümü ve apsise doğru bakış Galeri katına kadar olan kısım “yeryüzünü”, onun üzerinde bulunan pencereler, yan neflerin üzerindeki pencereli bölümler kube, ışıklar ve mozaiklerle gökkubbeyi, “tanrısal evreni” simgeleyecek şekilde süslenmiştir. Yer ve gök birbirinden ayrılmak istenmiştir. Bazilikal planın dışarıdan algılanması için yan nefler alçak, orta nef yüksek tutulmuş ve dışardan da algılanacak şekilde yapının dış yüzü oluşturulmuştur. Bazilikal planın Tanrıya giden bir yol olduğu belirtilmiştir. Dış yüz dünyaya, iç yüz Tanrıya ait kısım olduğundan, dış yüzde sadelik iç mekanda ise süslemeler hakimdir. Yuvarlak bir ana mekan oluşturacak biçimde inşa edilen bu binalarda mekanın üstü, yapının bütününü kaplayan bir kubbe ile örtülmüştür. Bu tipin en yalın örneğide kubbe, sekiz köşeli bir plana göre inşa edilen dış duvarlara oturur. Bu tipin  güzel bir örneği Sergios ve Bakhos Kilisesi ( Küçük Ayasofya Camii) dir. Dış duvarları, pek düzgün olmayan bir kare oluşturan yapının 8 paye ile oluşturulan sekizgen bölümü basık ve dilimli bir kubbe ile örtülmüştür.Bu orta mekan doğu yönünde ileri doğru uzanan ve dışarı taşan bir apsise sahiptir. Revak beş bölüme ayrılmış ve her bölümün üstü bir kubbe ile örtülmüştür. Ortada kalan bölüm cephede yükseltilerek hem cephenin monotonluğu giderilmiş, hem de esas girişe işaret edilmiştir. Bizans tarihinde yedinci yüzyıl en karanlık dönemlerden biridir. 726 ortaya çıkan ve kiliselerin dini resimlerle süslenmesini yasaklayan bir akım olan, ikonoklazma (tasvirlerin tahribi, kırılması dönemi) döneminin etkisiyle sade yapılı kiliseler inşa edilmiştir. İkonoklazma döneminin 842’de bitmesi ile başlayan orta dönem, Bizans tarihinde ikinci parlak devir olarak bilinmektedir.Bu dönem dokuzuncu yüzyıldan 1204 ‘de IV Haçlı Seferi’nin Bizans’a yönelmesi ve İstanbul’u ele geçiren Latinlerin bir Latin İmparatorluğu kurmalarına kadar sürmüştür.Makedonya ve Komnenoslar dönemine rastlayan bu dönem Bizans’ın ilk rönesans devri olmuştur. [9] Karanlık dönemdekinden farklı olarak bu dönemde dinsel yapılarda küçük boyutlar kullanılmış ama dış çizgilerin zarif, ölçülerin uyumlu olmasına önem verilmiştir. Tasarımda Hristiyanlığın simgesi olan haç artık kilise planı olarak seçildi.Kasnak üzerine kubbeyi yerleştirerek, yükselerek Tanrının evrenini simgelemişlerdir.Ayrıca Kilisenin ikonoklazmaya karşı kazandığı zaferden duyulan coşku ve bunun itici gücü, Hıristiyan sembolizminin bir anda sanat dünyasını kaplamasına yol açmıştır. Apsisin de en uçta ve doğuda olması ile Tnrı’ya ulaşma geleneği sürdürülmüştür.

kiliseler3

Tarihi Yarımada içerisinde Laleli’de bulunan Myrelaion Kilisesi (Bodrum Cami) bu örnekte olan yapılardan biridir. İlk dönemde haç kısmı yükseltilmiş, köşelerdeki küçük kubbecikler alçak bırakılarak dışarıda da plan tipi algılanmıştır. Bina tipi dörtgen içinde haçvari kilise planı ve bir kasnak üzerine oturulmuş kubbe sisteminden oluşur. Yan payandaların yanında taşıyıcı sistemi  güçlendirmek için ayaklara ve kemerlere yer verilmiştir. İlk dönemlerde, dış cepheler yalın iken bu dönemde süslemeler ortaya çıkmakta, iç mekanda da renkli zengin süslemeler dikkat çekmektedir. Yüksek bir kripta üzerine kurulmuş olan kilisede, dört sütunlu Yunan haçı planı açık bir şekilde algılanır.Narteksi izleyen naos,  dört narin payenin yardımıyla oluşturulmuş bir Yunan haçı biçimindedir. Kubbe kasnağına açılmış sekiz büyük pencere, iç mekanı daha aydınlık kılmakta ve göğün Tanrının ışığını içeriye almaktadır. Özel biçimli tuğlalar ile örülmüş taşıyıcı ayaklar iç mekana göze çarpmazken, dışarıdan algılanmakta ve cephenin hareketliliğini de arttırmaktadır. Bu dönemde kiliselerin mimari oluşumunda en önemli bölümler gökyüzünü simgeleyen kubbe, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki bağıntıyı sağlayan sembolik unsurlar olan padantifler ve Hıristiyanlığın özünün sembolü diye nitelendiren bema kısımlarıdır. Apsis yeryüzü kilisenin sembolüdür. Narteks ise daha dünyasal karaktere sahip bir hazırlık mekanıdır. Palailodoslar döneminde Bizans mimarisi son bir rönesans devresi yaşamıştır.Bu dönem bir artakalış, bir can çekişme olmuş; bir diriliş olmamıştır.Bu dönemde sanat kilisenin  sert kurallarından sıyrılmış ve dinsel konuları daha özgür bir biçimde yorumlamıştır.Antik şekilli bazilikal kilisenin, taş-tuğla cepheler,kasnaklı kubbelerin yükselişi gibi özellikleri vardır. Genelde cephe mimarisi önemsenmiş, cephelerde pencere boyutları artmış, doluluk boşluk oranları değişmiş,pencere yüzeyleri büyümüştür. Son Bizans döneminin mozaik ve freskolarıyla en görkemli resim koleksiyonunu oluşturan  Khora Manastır Kilisesi ( Kariye Cami ) bu dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. Sonuç olarak; İstanbul Tarihi Yarımada’da bulunan Bizans kiliselerine bütün savlara karşı, öncelikle dinsel açıdan bakıldığında, işlevsel olarak mimari özellikleri korunmuş ve din dışı yapılara dönüştürülmeyip dinsel tapınma özelliğine uygun yapılar olarak kalmış, camiye ya da müzeye çevrilerek kullanıma açılmışlardır. Günümüzde çoğunluğu harabe halinde olan ve bu nedenle kullanılamayan Bizans kiliselerinin restitüsyon projeleri hazırlanarak kısmi rekonstrüksiyonları yapılabilir ve bulundukları alanlar düzenlenerek açık hava müzeleri şeklinde  -yeni statü ile- ziyaret  güzergahı yapılarak günümüzde giderek önem kazanmaya başlayan inanç turizmine açılabilir…

kiliseler-1

2

Kaynaklar

  • [1] Simson, Macel, Civilisation de L’antiquite’et le Christinisme, Paris: Anthaud, 1972, s.244-245
  • W.Haussig,Historie de la Civilisation Byzantine, Paris: Jules Tallandier, 1971,s.37
  • [2] Ostrogorsky, Georg, 1986, Bizans Devlet Tarihi, (çev.Fikret Işıltan), Ankara,TTK, s.49; Haussig, a.g.e, s.99
  • [3] R.Janin,Bizans İstanbul’u, 1950, s.66
  • [4] Lemerle, P., 2004, Bizans Tarihi, (çev.Galip Üstün ), İstanbul, İletişim yay., s.25
  • [5] Milligen, A.von, 1912, Byzantine, Churches in Constantinople, London, s.212-217
  • [6] Grabar, A, 1966 L’Age D’or De Justinien, Gallimard.
  • [7] Eyice, S., 1995,İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul Türk Tarih Vakfı Yayınları.
  • [8] Yerasimos, S., 2000, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul
  • [9] Yıldız, H.Dursun. 1982, Anadolu uygarlıkları ansiklopedisi, İstanbul, Görsel yay.,s.453-58
  • [10] Müller, W., 2001, İstanbul’un Tarihi Topoğrafyası, YKY

SEPETÇİLER KASRI…

SEPETÇİLER KASRI’nda açılmış bir restoran Hammam. Restorana bağlı daha birçok bölüm var. Sepetçiler Kasrı, 17.yüzyılda Topkapı Sarayı’nın deniz kenarında yıkılmadan tamamı kalmış köşklerden biri. Köşkün adı Padişah Sultan İbrahim zamanında sepetçilerin bu yörede bulunmasından Sepetçiler Kasrı olmuş. Bir mimar olarak eski binaların yenilenmesinin ve korunmasının yanındayım. Bu nedenle böyle bir girişim şahsen hoşuma gitti. Bu yenileme ve restorasyonun minimum hatalarla gerçekleştirilmesi her mimar gibi benim de tercihim. Fakat ne yazık ki İstanbul’da bu, en mükemmel binalarda bile genellikle mümkün olamıyor.

mimar olarak eleştirdim2

mimar olarak eleştirdim3

Bu sayımızda bu konuya girmek istemiyorum. Çünkü restorasyon, apayrı bir konu. Böyle mekanların canlandırılma düşüncesi bile bazen insanı mutlu etmeye yetiyor. Bu sayımızda, Sepetçiler Kasrı’nın dekorasyonu ile ilgili inceleme yaptık. Genel atmosferi amacına uygun dekore edilmiş olan restorana gittiğim gün bir Pazar günüydü. Amacına uygun dekore edilmişti diyorum çünkü oraya kafamda birçok sorun varken gittim. Oradan çıkışımda dinlendiğimi fark ettim. Belki dekorasyonda hiçbir stile bağlı kalınmamıştı. İki bölümden oluşan Hammam Restaurant’ın birinci bölümü, sıcak, hoş, dinlendirici dağ evini anımsatan bir mekan olarak yaratılmış

mimar olarak eleştirdim5

mimar olarak eleştirdim6

İkinci bölüm ise daha şık çizgilerde liman restoran özelliği taşıyordu. Belli bir stile bağlı kalmadan yapıldığı için stil olarak olmasa da mekanın çizgisine göre önerilerimiz olacak. Özellikle dağ evini anımsatan duvarlarda doğaya dönük resim yapan bir ressamın eserleri sergilenebilirdi. Duvara asılı olan Parliament reklam panosu promosyon ürünleri ile antrede toplansa çok daha iyi sonuç verirdi. Doğal malzemelerin bağlantısı açısından mekanı başarılı buldum. Fakat daha iyi sonuç için oturma elemanları ferforje yerine malzemelerin doğallığı ile bütünleşecek bambu tarzı mobilyalar olsa daha iyi sonuç veriridi diyorum.

mimar olarak eleştirdim7

mimar olarak eleştirdim8

Ferforjenin deri ile kaplanması o soğukluğu kısmen almış. Ayrıca bir diğer eleştirim, müzik hoparlörünün kapı girişinde çok ayak altında oluşu. Hammam’ın deniz kenarındaki bölümünde ise daha şık, sıcak, hoş bir atmosfer hakim. Bu bölümde de belli bir stile bağlı kalınmamış. Bu bölümün denizin tam yanında olması bile mekanın dinlendiriciliğini vurguluyor. Ayrıca Hanzade Sultan ve Haseki Sultan diye isimlendirilen eklektizmin hakim olduğu mantika mobilyalarla dekore edilen bölümü özel toplantı, yemek ve dinlenme salonu olarak kullanabiliyorsunuz. Sultan İbrahim ismi altında ise nikah töreni gibi değişik amaçlar için özel hazırlanmış bir bölüm var. Sonuçta bir mimar olarak eleştirmen olsamda Hammam’dan çıkarken, bir vatandaş olarak dinlenmiş olduğumu hissettiğimin altını çizebilirim…

mimar olarak eleştirdim

mimar olarak eleştirdim4