AWARE LIFE AND ART
FARKINDA YAŞAM VE SANAT
Farkında yaşamak, Mindfulness, meditasyon gibi farklı toplumlarda birçok farklı isimle tanıtılmaya çalışılan içsel bilim; yani gözlemin dışarıda bir obje yerine, bireyin iç dünyasına dönük olarak yapılması (bireyin kendi iç dünyasına izleyici ve gözlemci olarak ışık tutması) ile ilgili metotlar binlerce yıldır uygulanmaktadır. Kişinin iç dünyasını bireysel olarak araştırması için tasarlanmış birçok eski ve yeni metodolojiler bulunmaktadır.
Kişinin anda kalması, rahat ve etkin yaşaması, yaratıcılığını ve verimliliğini en üst seviyede kullanabilmesi, gerçek potansiyelini ortaya çıkarabilmesi, tüm varoluşu ile yaşayabilmesi adına tasarlanmış bu metodolojiler üzerine dünyanın önde gelen üniversitelerinde çok sayıda araştırma ve çalışma yapılmıştır. Bu araştırmalar/ deneyler doğrultusunda mindfulness veya farkındalık üzerine birçok bilimsel makale yayınlanmıştır. 1980’lerde yaklaşık yılda 8 bilimsel makale yayınlanırken 2015 yılına doğru bu sayı yılda 500 makaleyi geçmiştir.
Yapılan deney ve araştırmalarda tekniklerin hayattan kopmak değil gündelik hayatın içinde etkin, yaratıcı ve sakin bir şekilde var olmaya faydalı olduğu görülmüştür. Artık bu metodolojiler basit, sıradan ve çağdaş yaşam tarzının doğal unsuru olarak sunulmaktadır.
Farkında yaşam metodolojilerinin temelinde rahatlama bulunmaktadır. Kişiler nefes, beden egzersizleri, dans veya benzeri birçok yöntemi kullanarak rahatlamaya başlayabilirler. Gerginlik, huzursuzluk, baskı ve korkunun hüküm sürdüğü içinde bulunduğumuz çağda, bu teknikler kişilere dışsal bir aktivite yapmadan kendi iç dünyalarında gevşeme imkanını sunmaktadır.
Farkında yaşamak bir şeylere odaklanıp bireyler üzerinde baskı yaratmak değil, aksine aynı sokakta olan biteni izlermiş rahatlığında hiç bir şeye dahil olma gereği duymadan, hiç bir şeyle özdeşleşme ihtiyacına girmeden kişinin kendi iç dünyasını ( düşüncelerini, duygularını) ve çevresinde olup bitenleri rahat ve seçimsiz bir farkındalık ile gözlem yapması ile devam eder. Bu teknikler kişinin kendi dünyasında ve çevresinde olup bitenleri tüm gerçekliği ile gözlem yapmasına yardımcı olur.
Normal şartlarda odaklanma, dikkat yoğunlaştırma ve baskı üzerine tasarlanmış mücadeleci ve kişiyi gerginleştirerek başarısızlığa iten yaşam tarzının aksine farkındalık ve gözlemcilik içeren yaklaşım, bireyin en iyi haline ulaşabilmesi için bütünsel bir yoğunlukta anın içinde olmasına yardımcı olmaktadır.
Rahatlamadan sonra gelen ikinci aşama her şeyi olduğu gibi açık gerçekliği ile gözlemleyip kabul etmeye dayanır. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek, roller ve maskelerden vazgeçmek, başkalarını memnun etme ve etkileme çabalarımızdan vazgeçmek, yaralarımızı gizlemeyi çalışmayı bırakmak ve her şeyi olduğu gibi görmek farkındalığa giden yolun temellerini oluşturur. Bu yolculuğun ilk adımları da bedensel gözlemle oluşur. Her hareketin, her adımın farkında olmak, bedendeki duyuları gözlemlemek ve güçlü bir beden farkındalığı yaşamak. Gözlemledikçe beden doğal olarak gevşemeye başlar. Daha sonra aynı gözlemleme hali zihne yani düşüncelere geçer. Ve düşünceleri özdeşleşmeden gözlemlemeye başlar.
Seçim yapmak zorunda hissetmeden, bir özdeşleşme yapmadan yaşanan seçimsiz farkındalık ve gözlem hali kişiyi mekanik/ otomatik davranış kalıplarından dışarıya çıkartır. Saati diğer kola takmak, dişleri diğer elle fırçalamak, her zaman oturduğundan farklı bir yere oturmak, güne her zamankinden farklı başlamak, gözler kapalı duş almak, nefes ritmini farketmek ve bilinçli değiştirmek gibi dışsal bazı tekniklerde kişinin mekanikleşmiş/ kalıpsallaşmış alışkanlık zincirlerini kırmasına yardımcı olur. Duygusal farkındalık; duygularla, içgüdüsel dürtülerle ve zihinsel baskılarla mekanik/kalıpsal hareket etmenin ötesine geçmeye, bilinçli ve spontane davranabilmeye, bağımsız bir bireyin gelişmesine destek olur.
Farkındalığı belli bir seviyeye gelip düşünce ve duyguların ötesinde olduğu anda kişi tam da kendisi olur. Bir tanık olarak var olmak, farkındalık tekniklerinin uygulanması ile bireylerin sübjektif olarak yaşadığı kişiye özel bir deneyimdir.
Farkındalık yaşama veya eyleme karşı değildir. Eylemler aynı yoğunluğu ile devam eder, hatta belki daha bile yoğun devam eder. Belki daha da yaratıcısınızdır, daha da yaşam dolusunuzdur ama mesafelisinizdir. Olan biten her şeyin gözlemcisinizdir.
Bu bağlamda yapılan bilimsel araştırmalardan bazıları aşağıdaki gibidir
- Altı ay düzenli jonglörlük yapan kişilerin beyinlerinde alışık olandan farklı bir düşünce sistemini tetiklediği için büyük değişimler görülmüştür. Gurdjieff isimli bir felsefecinin yarattığı danslarda zihinde benzer bir değişiklik yaratmaktadır
- Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir meditasyon araştırmasında 8 hafta boyunca her gün 1 saat meditasyon yapan kişilerde yapmayanlara oranla beş kat daha fazla sakat bir kişiye yardım etme eğilimi gözükmüştür.
- Tıp artık beden ve zihni bir bütün olarak görmeye başlamış Candace P. Bert duygularımızın bütün beden dağılmış moleküler olaylar olduğu kanısına varmıştır. Malcolm Glodwall kitaplarında yüzünde yeterince uzun süre üzgün ifade veren kişilerin sonunda depresyona girebileceklerini vurgulamıştır. Yani bedende yaşanan değişikliklerin zihni etkilediği üzerine birçok araştırma vardır. Bedensel olarak yaşanan rahatlamada aynı şekilde zihni etkilemektedir.
- Massachussets General Hospital’da görev yapan Sara Lazar, meditasyon ve farkındalık teknikleri üzerinde beyin taramaları yaparak araştırma gerçekleştirmiştir. Ve 50 yaşındaki meditasyon yapanların 25 yaşındakilerle beyinlerinin ön korteksinde aynı oranda odaklanma, netlik, karar mekanizması ve hafızayı etkileyen gri maddeye sahip olduklarını görmüştür. 8 hafta yapılan meditasyon uygulamalarından sonra beynin 4 farklı bölümünde kalınlaşma. güçlenme görülmüştür.
- Rönesans Sanatçılarından Michelangelo’ya David heykelini nasıl yaptığı sorulduğunda ‘’Mermerin David olmayan her bölümünü yontarak’’ cevabını verdiği söylenir. Farkındalık aynı bunun gibidir. Farkındalık bir şeyleri zorla dayatmak değil aksine bireysel gerçeği, özü ortaya çıkartmak kısacası daha fazla ve daha fazla kendin olma sanatıdır. Kişiye ağırlık ve gerginlik yapan, kişiye ait olmayan her türlü özdeşleşmeden kişi kendisini aynı soğanın kabuğunu soyar gibi farkındalıkla arındırır. Her geçen gün daha ve daha kendisi olur.
- Sanatçının sanatını ifşa ederken yorumsuz kalmasının ve olanı olduğu gibi göstermesinin, her şeyi olduğu gibi sunabilmenin keskinliğini ve gizemi ile sanatın içsel bir terapi bazında kullanılımın arasındaki fark üzerine tartışmalar çok uzun zamandır devam etmektedir. .
“Yüreğin gerçeğini özleyen, arayan, hayatın getirdiği problemleri çözmeye çabalayan, şeylerin ve olayların özüne ve kendi varlıklarının içine nüfuz etmeye çalışan sorgulayıcı zihinler vardır. Bir insan sağlam şekilde muhakeme eder ve düşünürse, bu problemleri çözerken hangi yolu takip ederse etsin, kaçınılmaz şekilde kendisine dönmeli ve işe, kendisinin ne olduğu ve içinde bulunduğu dünyadaki yerinin ne olduğu probleminin çözümüyle başlamalıdır.” cümlesini 1900’lü yılların başında sarfeden “İnsanın Uyumlu Gelişimi Enstitüsü”nün ve ‘’Dördüncü Yol’’ öğretisinin kurucusu Gurdjieff, Objektif ve Subjektif olmak üzere iki tür sanattan bahseder.
Subjektif Sanat olarak bahsettiği sanat kişinin çok da farkında olmadığı, sorumluluk almadığı, bir yerde içini boşalttığı bir sanattır. Kişi kollektif etkiler, kültürel şartlanmalarında tesirinde kalarak Gurdjieff sözleri ile ‘’ kazara bir şeylerin kendini var etmesine sebep olur. Yani sanatçı kendisinin bile anlayamadığı ve üzerinde kontrol de kuramadığı fikirlerin, düşüncelerin ve ruh hallerinin etkisi altındadır. Bu etkiler sanatçıyı yönetir ve herhangi bir formda kendisini ifade eder.’’
Objektif Sanat ise kişinin tüm koşullanmaların, fikir ve duyguların ötesinde bir derinliğe ulaşabildiği ve gerçekten niyet ettiği şeyi yaratabildiği sanat şeklidir. Sanatçının her türlü etkinin farkında olup, bilinçsiz ve kazaen bir şeyler yaratmak yerine tam da farkında olduğu noktadan kontrol kendisinde olarak gerçekleştirdiği sanattır. Ve Gurdjieff’in sözleri ile objektif sanatta ‘’ Sanatçı tam niyet ettiği şeyi sanatı ile karşısındakine taşır ve sanatçının ulaştırmak istediği tüm fikir ve duyguları gözlemci tam da aynı şekilde hisseder.’’
Sadece dışa bakmamız için gösterilen filtreli pencerelerin, hissetmemiz için izin verilmiş belli duyguların dışında kalan kapı ve pencerelerden olana bakmak ve izin verilmiş, öğretilmiş veya öğretilmemiş her çeşit insana ait duyguyu kişinin kendisine hissetmek için izin vermesi bireyin kendisi ile ve gerçekle yakınlaşmasına yardımcı olmaktadır. 21. yüzyılın temel tehditlerinden biri olan kendine yabancılaşma sendromuna karşı atılabilecek önemli bir adımın kişinin dışsal faktörler karşısında yaşadığı bireysel/içsel deneyimleri araştırıp, yaşadığı farkındalık karşısında sorumluluk almak olduğu Gestalt tekniğinde dahil olduğu çağdaş psikolojide çok kabul edilir olmuştur.
Bütün toplumsal kurguyu bir tarafa bırakıp salt yalınlığı ile gerçeği görebilme deneyimine İngiliz yazar Aldous Huxley’de ‘’ Algı Kapıları’’ adlı kitabında yer vermiştir. William Blake’in ‘’Eğer algı kapıları temizlenseydi, her şey insana olduğu gibi görünürdü: Sonsuz’’ cümleleri ile kitabına başlayan Huxley ,Van Gogh’un ‘’ Sandalye’’ isimli resmi üzerine kitabında şu yorumları yapmıştı .
‘’ Van Gogh’un gördüğü iskemle özde benim gördüğüm iskemleydi, buna hiç kuşku yoktu. Ama sıradan algılamayla kıyaslanamayacak derecede daha gerçek bir sandalye olduğu halde, resimdeki şey, yinede gerçeğin olağanüstü etkileyici bir sembolünden başka bir şey değildi. Gerçekte açığa vurulan şey Öylelik’/Olduğu gibi olma/Olma hali idi’’
Asırlardır kullanılan farkında yaşam metodolojileride bir yerde insanı bu hale davet etmişlerdir. Şimdi ve Burda’nın içinde Isness/Öylelik/Olduğu gibi olma/Olma Hali.
Gurdjieff, Buddha gibi mistik/öğretmenler bu hali; hayattaki her türlü gizeme açılan bir köprü olarak görmüşlerdir.
Leave a Reply
Want to join the discussion?Feel free to contribute!